30 Eylül 2007 Pazar

Fatih-Harbiye

Kitabın Konusu
Neriman’ın kendi kültürüyle batı kültürü arasındaki kayboluşu ve doğru yolu buluşu.
Kitabın Özeti
Neriman’la Şinasi çocukluk arkadaşlarıdır. Tanıdıkları ilk karşıt cins birbirleridir. İlk başta ikisi de birbirlerini seviyorlardı. Okula beraber gidip geliyorlardı. Üniversite de bile beraberdiler. Neriman’ın babası Faiz Bey’dir ve Şinasi’yi de çok sevmektedir. Bazı geceler Faiz Bey’in evinde saz çalarlar ve sohbet ederlerdi. Herkese bir gün Şinasi ile Neriman’ın evleneceğini düşünüyordu.Giderek Neriman Şinasi’den soğumaya başladı. Neriman oturduğu mevki olan Fatih’i, sevmemektedir. Çünkü Fatih, doğuyu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil ediyordu. Oturduğu mahalle çok eskiydi ve evler de virane gibiydi. Bir gün Macit denilen yakışıklı, zengin ve kibar birisiyle tanışır. Macit Harbiye’de oturuyordu. Harbiye, gelişmişliği ve batıyı simgeliyordu. Macit ile bir kaç sefer Şinasi’den habersiz buluşurlar. Bir gün Macit Neriman’a balo davetiyesi verir ve baloya davet eder. Nerman baloya gitmeyi çok istemektedir. Ama gitmesi için babasının iznini almak zorundadır. Tam babasına söyleyecekken babası ona Şinasi ile evlenmesini teklif eder. Hemen reddetmez ve 2-3 ay mühlet ister. Ve bolaya Şinasi ile gitmesi koşuluyla da izin alır. Elbise için vitrinleri gezmeye çıktığında dayısının kızlarına uğrar. Çünkü dayısının kızları bu işlerde oldukça deneyimlilerdir. Eve gittiğinde bir kadının ağlamaktan harap olduğunu görür ve nedenini sorar. Nedeni kızının intiharıdır. Kızı Rus gitariste aşık olmuştur. İkisi de başta çok mutlulardır ve birbirlerini çok sevmektelerdir. Ancak çok sefil bir hayat sürmektedirler. Buda kıza tak etmiştir. Günün birinde zengin bir adamla tanışan kız genci terk eder ve adamla yaşamaya başlar. Artık balolara gidebilmekte ve her istediğini yapabilmektedir. Ancak gerçek mutluluğu bulamamaktadır. Tahsil görmüş bir kız olduğundan hakiki güzelliği armaktadır. Musiki, mutalaa ve samimiyet…Rus gencinde bunları bulabiliyordu ancak zengin adamda bunları bulamamaktadır.
Sonunda, gence dönmeye karar verir ve aramaya başlar. Büyük uğraşlar sonucu bulur ama genç kabul etmez. Kız bunun verdiği üzüntü ile evine gider ve tabanca ile kendini öldürür.Hikayeden çok etkilenen Neriman evden izin alarak ayrılır. Kendi evine gelir ve babasına artık baloya gitmek istemediğini ve Şinasi ile evlenmeyi kabul ettiğini söyler….
Kitabın Ana Fikri
Batının tekniğini almalıyız fakat kültürünü asla.
Kitaptaki Olay ve Şahısların Değerlendirilmesi
Neriman: Musiki okulunda okuyan, bigili fakat biraz batı hayranı bir kızdır. Eğlencelere gitmek istemektedir.
Şinasi: Doğu kültürünü benimsemiş, bilgili ve battı kültüründen hoşlanmayan birisidir.
Faiz Bey : Doğunun kültürü ile yetişmiş. Kendisini ve kültürünü iyi bilen, musikiyi ve sohbeti seven, bilgil ve ölçülü birisidir.

Zeytindağı

Yazar:Falih Rıfkı ATAY
Kitabın konusu :
Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Yazar bir görev sebebiyle Cemal Paşa’nın karargahına yani Zeytindağı’na gitmiştir. Burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde anlatmıştır.
KİTABIN ÖZETİ :
Kitabın ismi; Cemal Paşa’nın karargahının (4. Karargah) bulunduğu Kudüs’e yakın bir dağın isminden gelmektedir.
Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Falih Rıfkı yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahına tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir.
Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşa’lar ise muhafazakar bir kişilik sergilemektedir. Enver Paşa’nın Turancılık fikirleri güçlüdür. Falih Rıfkı , Enver Paşa’nın bu fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelemektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olduğu düşüncesindedir. İttihat ve Terakki kendi içerisinde bölünmüş bir yapı sergilemektedir. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşanın adamı damgasını taşımaktadır. Falih Rıfkı, İttihat ve Terakkinin bu yönünü yani fikir birliğinin bulunmayışını eleştirmektedir. Çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.
Falih Rıfkı , Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Bir dönem, bir İmparatorluk yok olmaktadır. Yazar bunu sezinleyebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları bir devrin çöküşünü gözler önüne sermektedir.
Falih Rıfkı Osmanlı’nın bir kukla devlet olduğunu söylemektedir. Örneğin şöyle bir olay anlatılmakta; “Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu. Bir Rus vapuruna binmişti. Fakat Osmanlının Rus sancağı taşıyan bir vapurdan bir kişiyi almaya hakkı yoktu. Bunun üzerine bir Osmanlı hükümeti görevlisi, Kavaklı Mustafa’yı gemiden kaçırır ve boğdurur. Bu olayı haber alan Ruslar, Kavaklı Mustafa’yı kaçıran zatı görevden aldırır ve bundan böyle devlet hizmetinde kullanılmamasını isterler ve istedikleri de olur.”
Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştu. Bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı.
“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! “
Osmanlı, Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’ yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükümeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini vaadettikleri imtiyazlardan dolayı Osmanlı’ ya ihanet etmişlerdi.
Osmanlının Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu.
Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’ yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Araplılığa karşı bir teminat olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.
Falih Rıfkı Atay, Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Falih Rıfkı’ ya göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”. Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmıştır. Eski Filistin Arapların,yani hizmetçilerin; yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin. Din satışa sunulmaktadır. Hac dönemlerinde Araplar da Yahudiler de büyük kazanç elde etmek peşindedir.
Osmanlı Devletinin Almanlarla beraber savaşa girmesinin en büyük nedeni İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’ nın Alman hayranı olmasından kaynaklanıyordu.
Birinci Dünya harbi sonucunda Tuna yukarısındaki iki İmparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir İmparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzereydi.
Suriye ve Filistin’ de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’ in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’ taki Türkiye sınırıdır.
Cemal Paşa’ nın yerine, Suriye’ de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramadı ve Kudüs İngilizlerin eline geçti.
Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “Allahaısmarladık! “ denir.
Artık Şam’ dan ayrılmak zamanı gelmiştir. Cemal Paşa İstanbul’ da istifa edecektir.
Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe
- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
Cemal Paşaya sorulan :
- Paşam bu harbe niçin girdik? sorusuna cevap ilginçtir.
- Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.
İlim, İhtisas ve tecrübe sahibi Mustafa Kemal, vatan ve istiklal düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir.
Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan… hepsi böyle ödenmiştir.
Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: çünkü O kafa ve sanat adamı idi.
Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı : çünkü O vatan adamı idi.
İşte bütün kitabın özü : İlim ve vatan adamı olunuz.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Anafikir olarak;vatan için bir şeyler yapmak gerektiğinde,birer komutan olarak ilk önce fikir va sanat adamı olmalıyız.
ŞAHISLARIN VE OLAYLARIN TAHLİLİ:
a)Şahısların Tahlili:
Falih Rıfkı : Aynı zamanda kitabın yazarı da olan şahıs kştabı kendi hayatından alıntılarla yazmıştır.Yazarımız yedek subay olarak orduda yer almaktadır.Genç ve İttihatçı bir kişiliğe sahiptir.Fakat Enver,Talat ve Cemal Paşaları tanıyınca İttihat veTerakki hakkındaki fikirleri değişir.
Diğer şahıslar: Mustafa Kemal,Enver Paşa,Talat Paşa,Cemal Paşa.
b)Olayların Tahlili:
Olaylar genellikle Garp Cephesinde ve Şam’da vuku bulmaktadır.

Beyaz Gemi

Yazar:Cengiz AYTMATOV
KİTABIN KONUSU : Roman, San-Taş Vadisi’nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almakyadır.
KİTABIN ÖZETİ : Çocuk San-Yaş Vadisi’nde dedesi, üvey ninesi, Orozkul, Bekey hala, Seydahmet, Gülcemal ve köpeği Beltek ile berabar yaşamaktadır. Vadide sadece üç ev vardır. İlk evde dedesi ve üvey ninesi ile çocuk;ikincide Mümin dedenin büyük kızı Bekey hala ile kocası korucubaşı Orozkul; üçüncüde ise tembel işçi Seydahmet ile karısı Gülcemal ve küçük kızları yaşamaktadırlar.Çocuk bu küçük dünyada mutlu olmaya çalışmaktadır. Hiç arkadaşı yoktur ve okula henüz başlamamıştır. En büyük zevkleri dedesinin kendisine dere kıyısında yaptığı gölette yüzmek; “Deve, Kurt, Eyer ve Tank isimlerini verdiği kayalarıyla konuşmak; dedesinden masal dinlemek ve dağa çıkıp dedesinin dürbünüyle kasabaya, Isık Göl’e ve San-Taş Vadisi’ne daha yakından bakmaktır. Her akşam eline dürbününü alıp, dağ başına çıkar ve Isık Göl’de ancak beş-altı dakika görünüp kaybolan beyaz gemiye bakar.Annesi ve babası onu çok küçük yaşlarda terketmişlerdir. Annesi şehirde kendine yeni bir yaşam kurmuştur. Çocuk babsının beyaz geminin kaptanı olduğuna, bir gün başı insan başı olan bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzeceğine ve babasıyla konuşacağına inanmaktadır. Dedesi çok iyi kalpli, çalışkan,köse bir insandır. Çevresindekiler ona Kıvrak Mümin lakabını takmışlardır. Damadı Orozkul’un yanında çalışır ve onun emirlerini yerine getirir. Orozkul şişman, koca kafalı içki içmeyi çok seven, çabuk sinirlenen bir korucubaşıdır. Mümin’in kızı ve Orozkul’un karısı olan Bekey kısır bir kadındır. Orozkul bunu Bekey’in suçu olarak bilir ve her akşam içip onu döver. Orozkul arada bir arkadaşlarıyla içmeye gider ve sarhoş olunca yanındakilere birer tomruk sözü verir. Tomruğu kesip dağdan indirme, çayın karşısına geçirme ve kamyona yükleme zamanı gelince de verdiği söze pişman olur ama iş işten geçmiştir. Arada bir vadiye şehirden “Maşin Mağaza €? denilen içi ıvır zıvır dolu bir araba gelir. Bir gün yine Maşin Mağaza geldiğinde dedesi çocuğa bir okul çantası alır. Ertesi yıl çocuk okula başlar. Çocuk dedesinden masal dinlemeye bayılır. Her akşam artık ezberlediği “Boynuzlu Maral Ana €? masalını dinler . Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan gelmektedirler. Çocuk da buna inanmaktadır. Masala göre maral ana San-Taş Vadisi’ni terketmiştir ama onları sürekli korumaktadır. Mümin çocuğu her gün atıyla okula göyürüp getirmektedir. Okul çok uzaktadır ama hiç geç kalmamıştır.Çocuk bir gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen beş-altı kamyonluk bir konvoy görmüştür. Çocuk en öndeki kamyonun peşine takılıp koşmaya başlar. Çocuğu gören şoför durur ve çocukla biraz konuşur. Şoför genç ve yakışıklı biridir. Adı Kulubeg’dir. Çocuğa dedesini tanıdığını, kendisinin de Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiğini söyler ve ayrılır.Ertesi gün Mümin dede ile Orozkul yine dağdan bir ağaç indirirler. Bu sırada uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler fakat işleri olduğundan onlarla ilgilenemezler. Akşam olmuştur. Dede, Orozkul’a söyleyip çocuğu okuldan almaya gitmek ister fakat Orozkul ağacı indirmeleri gerektiğini söyleyip izin vermez. Tomruğu çaydan geçirirlerken tomruk çayda kayalara takılır. Çıkarmak için çok uğraşırlar ama çıkaramazlar. Dede vaktin çok ilerlediğini farkeder, daha fazla dayanamaz ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp Orozkul’dan izin almadan çocuğu almaya gider. Çocuk akşama kadar okulun kapısında dedesini beklemiş ve ağlamaktan gözleri şişmiştir. Dede yolda çocukla öğretmenine rastlar. Çocuğu öğretmeni eve getirmektedir. Dede öğretmenden özür dileyip çocuğu alır ve yola koyulurlar. Çocuk dedesine küsmüştür. Hiç konuşmamaktadır. Dede çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana’yı gördüğünü söyler. Çocuk bu habere çok sevinir. Dedesine ormana gitmek için yalvarır fakat akşam olduğu için eve dönerler. Eve geldiklerinde Orozkul’u sabahki olaydan dolayı çok sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine dövmüştür. Çocuk evin bu durumuna çok üzülür ve yatmaya gider.O gece müthiş bir dipi çıkar. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar. Kulubeg ve arkadaşlarının gelmesiyle evdeki hava biraz yumuşar. Sabah kamyoncular evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul’un tomruk sözü verdiği arkadaşı tomruğu almak için gelir. Adı Koketay’dır. İri yapılı, esmer biridir. Tomruk ise hala önceki gün bıraktılları yerde çayın içinde beklemektedir. Tomruğu almak için Orozkul, Koketay ve Seydahmet yola koyulurlar. Dede de Orozkul’un kendini affedeceği düşüncesiyle peşlerine takılır. Orozkul kıyıda emirler yağdırırken Mümin dede, Seydahmet ve Koketay tomruğu çıkarmaya çalışmaktadırlar. O sırada çayın karşısında birkaç tane maral görürler ama işlerini bırakamayacaklarından marallarla ilgilenemezler. Biraz uğraştıktan sonra tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.Çocuk o gün hastadır ve önceki gün akşamdan beri evde yatmaktadır. Akşam üzeri kahkaha sesleriyle uyanır ve bahçeye çıkar . Herkes neşe içindedir ve hepsi de sarhoştur. Dede ise et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamaktadır. Çocuk hemen dedesinin yanına gider. Ona seslenir fakat dede duymaz. Birkaç defa daha seslenir fakat dede hiç cevap vermez. Çocuk kötü birşeyler olduğu hissine kapılır. Az ilerde Bekey’i, Seydahmet’i,Gülcemal’i ve Koketay’ı görür. Hepsi de yiyip içmekte ve eğlenmektedirler. Çocuk önce neler olduğunu anlamaz. Avlunun dışında henüz kanı kurumamış geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek’i ve elindeki baltayla Maral Ana’nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul’u görünce neler olduğunu tahmin eder. Çocuk bu korkunç manzara karşısında dayanamayıp içeri kaçar ve yorganın altına girip ağlamaya başlar. Bu arada Kulubeg’in gelip onu kurtaracağını ve Orozkul’a haddini bildireceğini hayal etmektedir. Az sonra sofra içeri kurulur. Çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. Çocuğun bir türlü anlam veremediği olaylar şöyle cereyan etmiştir: Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler. Bu arada maralları yine görürler. Seydahmet onları vurmak ister, dede ise buna karşı çıkar. Seydahmet dedeyi dinlemeyip maralların peşine düşer. Dede de Seydahmet’in arkasından gider. Seydahmet maralları vuracaktır ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip maralları vurması gerektiğini, vurmazlarsa kaçıracaklarını ve Orozkul’un dedeyi affetmeyeceğini söyleyip dedeyi kandırır. Dede ise maralları vurursa Orozkul’un onu affedeceğini ve herşeyin düzeleceğini düşünerek marallardan birini istemeye istemeye vurur.Çocuk bunları duyunca çıldıracakmış gibi olur ve dışarı kaçar.Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Olanlara dede kendi de inanamamaktadır. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür fakat çocuk hiç bir zaman balık olmayacaktır.
KİTABIN ANAFİKRİ : İnsanları güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezmeye çalışmamalı ve küçük çıkarlar uğrunda doğaya zarar vermemeliyiz.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :
a.OLYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : Romanda olaylar belli bir sıra dahilinde anlatılmamış; atlamalar yapılmıştır. Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmamaktadır. Kitaptaki olaylar genelde bir-iki kişi arasında yaşanmış küçük olaylardır.Olayların tasviri iyi olduğu için okuyucu olayları kolayca hayal edebilmektedir.
b.KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :
(1)MÜMİN DEDE : Çok iyi kalpli, yardımsever,çalışkan bir insandır. 60-70 yaşlarında köse bir ihtiyardır.Damadı Orozkul’un yanında çalışmaktadır. Vadideki üç evin birinde ikinci karısı ve torunu ile yaşamaktadır.
(2)ÇOCUK : 5-6 yaşlarında, kısa boylu, kepçe kulaklı, çirkin bir çocuktur.Hiç arkadaşı yoktur. Hayalperest ve mutsuzdur. Doğayı çok sever.
(3)OROZKUL : Şişman, koca kafalı, içki içmeyi çok seven, insanlardan ve doğadan nefret eden, sinirli,umursamaz biridir. Korucubaşıdır fakat ormana en çok o zarar vermektedir.
(4)BEKEY : Orozkul’un karısı ve Mümin’in kızıdır.Kısırdır,sabırlı ve hoşgörülü bir kadındır.
(5)SEYDAHMET : Uzun boylu, çirkin biridir.Tembeldir. Orozkul’un ve dedenin yanında çalışmaktadır. Bir karısı ve bir kızı vardır.
(6)GÜLCEMAL : Seydahmet’in karısıdır. Günlerini genelde çocuğun ninesine ve Bekey’e yardım etmekle ve kızına bakmakla geçirir.
(7)KULUBEG : Genç , yakışıklı ve güçlü bir şofördür.Mümin dede ve çocuk gibi boynuzlu maral ananın soyundan geldiğine inanmaktadır.
(8)KOKETAY : Orozkul’un arkadaşıdır. İri yapılı ,esmer tenli bir adamdır.
Romanda ayrıca çocuğun annesi, babası,boynuzlu maral ana, köpeği Beltek, kayaları “Eyer, Tank, Deve, Kurt karakterlerinden de bahsedilmektedir ama bu karakterler hakkında çok fazla bilgi sunulmamıştır.
.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ : Cengiz Aytmatov
Dünyanın yaşayan büyük edebiyatçılarından Kırgız, Türk romancısı Cengiz Aytmatov Kırgızistan’ın Talas bölgesinde, Şeker adlı köyde 12 Aralık 1928′de dünyaya gelmiştir. Babası Törekul Aytmatov ;Annesi, Tatar Türklerinden Nagim Gamzeyova hanımdır. Çocukluk yılları 2. Dünya harbine rastlayan ve 1945′te savaşın bitmesiyle yeniden eğitim hayatına dönen Aytmatov, 1950′de Kırgızistan Ziraat Enstitüsü’nü bitirmiş bir ziraatçıdır. Ancak edebiyata olan tutkusu onu ziraatçılıktan ziyade edebiyata çekmiş ve edebiyat eğitimi almak için Devlet Edebiyat Enstitüsü’ne devam etmiştir.Eserlerini Rusça ve Kırgızca kaleme alan Cengiz Aytmatov eserlerinde başta Ruslaştırma politikası olmak üzere, Kırgız Türkleri’nin tabii hayatlarını, yabancılaşmayı, modernizm karşısında tabiatın tahrib edilişine kadar pek çok meseleyi eserlerinde usta bir uslübla kaleme alma başarısını göstermiş nadir sanatkarlardan biridir. Dünya çapında ünlü bir edebiyatçı olarak adına iki defa jübile yapılan (1988′de 60.yıl , 1998′de 70.yıl) , hakkında konferanslar ve sergiler düzenlenen Aytmatov halen yazarlığın yanında Kırgızistan ‘ın Lüksemburg Büyükelçiliği görevini yürütmektedir

Don Kişot

Yazar:Cervantes
Kitabın Özeti:
İspanya, Meça Kenti’nin köylerinden biride elli yaşlarında soylu bir adam yaşardı. Bu adam boş zamanlarını şövalye romanları okuyarak geçirirdi. Bu onda öyle bir tutku haline gelmişti ki kendini okuduğu romlarda anlatılan “gezici şövalye” olarak görmeye başlamıştı. Artık o, evinde oturamazdı, Romalarda olduğu gibi zırhını ve silahlarını alıp serüvenden serüvene koşmalıydı. Fakat bir eksiği vardı, okuduğu romanlarda her şövalyenin yaptığı kahramanlıkları adadığı bir prensesi olurdu. Prenses olarak kendi köyünde yaşayan ve çok güzel bir kız olan Aldonz Lorence’yi seçtikten sonra yola koyuldu yolda kendisinin şövalye ilan ettirmediğini hatırladı, bu yüzden yolda gördüğü ilk kişiye kendini şövalye ilan ettirecekti. Biraz daha yol aldıktan sonra bir han gördü, bu hanı bir şatoya benzetti, içindede kendini şövalye ilan edecek bir soylunun yaşadığını düşündü. Hancı Don Kişot’u ilk gördüğünde onun nasıl bir insan olduğunu ve onun suyuna gitmeyi kendisi için uygun olacağını düşündü ve Don Kişot’un isteğini geri çevirmedi. Sabaha karşı uydurma bir tören düzenleyip Don Kişot’u şövalye ilan ettiler. Hancı şövalyeye iyi bir şövalyenin parasının ve bir seyisinin olmasını gerektiğini söyler. Buna inan Don Kişot köyüne dünüp biraz para ve birde seyis bulmaya karar verir. Dönüş yolunda bir grup tüccarla karşılaşır ve onları duelloya davet eder, düello esnasında atından düşen sövalye birde dayak yer. Olaydan sonra oradan geçmekte olan bir köylü tarafından bulunur ve köyüne getirilir. Köye döndüğünde ailesi onu bu işten vaz geçirmeye çalışsada o gezici şövalye olmaya kararlıdır. Yanına kendi köyünde yaşayan Sanço Panza bir delikanlıyı seyis olarak almak ister. Delikanlıyı ikna ettikten sonra sabah erkenden yola koyulurlar. Bir süre yol aldıktan sonra bir ovaya vardılar. Burada birçok yel değirmeni vardır ve Don Kişot bunları dev sanarak üzerlerine yürümeye başlar, seyisinin tüm engellemelerine rağmen vazgeçmez atını tüm gücüyle en yakındaki yel değirmenine sürmeye başlar. Hayali bir deve saldıran şövalye yel değirmenin kanadına takılarak yirmi metre ileri fırladı. Don Kişot kendine geldikten sonra tekrar yola Lapice limanına doğru yola çıkarlar. Yolculuk sırasında kendileri yorgun hisseden çift biraz mola verirler. Bu sırada bir grup katırcının Don Kişot’un atının eğerini ve Sanşo Panza’nın eşeğinin yüklerini çalmaya çalıştığını geçte olsa fark ederler ve katırcılarla kavga eden Don ve Sanço kavgadan bir hayli kötü durumda çıkarlar.Zor da olsa kendilerini bir hana atarlar, içeriye perişan halde girdiklerini gören hancı, karısı ve kızı onlara yardım ederler yaralarını sararlar. Birkaç gün sonra handan ayrılı ve yeniden yola koyulurlar.
Yolculuk sırasında yolun karşısından kendilerine doğru gelen bir atlı görürler. Atlının başındaki gümüş tası Mambrrinin büyülü miğferi sanır ve adama saldırır adam canını kurtarmak için her şeyini bırakır ve kaçar. Aslında adam bir berber ve kafasındaki tasta yağmurdan korumak için taktığı bir traş tasıydı. Sonra yeniden yola koyulurlar.Yine yolculuk sırasında bir kalabalık gördüler ve bu kişiler zincirlerle birlerine bağlı idiler Sanço bunların birer şuçlu olduklarını anladı ve efendisini bu adamlardan uzak durması konusunda uyardı fakat Don Kişot gezici şövalyenin görevleri arsında bu durumdaki kişileri kurtarmak ta olduğunu savunarak onların yanlarına gitti. Onlara eşlik eden şövalyelere saldırarak suçluların serbest kalmasını sağladı. Buna karşılık olarak Don Kişot suçluları prensesi ilan ettiği Aldonz Lorence’ya göndermek isteyince mahkumlar Don Kişotu taşlarlar ve hepsi kendi yoluna gider.
Kara Dağa doğru yola koyulan kahramanlarımız oraya vardıkların birkaç gün dinlemeye karara veriler. Burada Don Kişot’un aklına dünya şövalyelerinin en kahramanı olan Aamadis de Gaules’ün yaptığını yapıp, tuhaf delilikler yapıp, çile çekecek ve onları prensesine adayacaktı. Prensesin bunlardan haberdar olması içinde seyisiyle bir mektup yazıp ona gönderdi. Seyis bir hanın yanından geçerken köylüsü olan papaz ve berberi gördü, papaz ve berber Don Kişotu gezici şövalyelikten vaz geçirmek istiyorlardı. Sançodan Don Kişotun yerini öğrenip bir plan yaparak Don Kişotu yeniden köyüne götürdüler. Fakat Don Kişot ve seyisinin bu işten vazgeçmeye niyetleri yoktur. Bir plan yaparak evden kaçmayı başarırlar. Bu kaçışa sinirlenen Don Kişotun ailesi ve arkadaşlar berber ve papaz bu kaçıştan Sançoyu sorumlu tutmaktadırlar. Don Kişotu eve getire bilmek için tekrar plan yaparlar. Bu sefer berber bir gezici şövalye kılığına girip Don Kiştu yenicek ve şartlarını ona kabul ettirecektir. Fakat işler umduğu gibi gitmez ve dövüşü kayıp eder, bunun sonucunda berber Don Kişotun şartlarını kabule etmek zorunda kalır.Don Kişot Saragosa doğru yola çıkar. Saragos yolunda kocaman ve üzerinde renk renk bayraklar olan bir yük arabasını durduran Don Kişot onun krala altın götürdüğünü sanmaktadır. Abracıyı sorgular. Abracı arabadaki kafesin içinde iki Afrika aslanı bulunduğunu söyler. Don Kişot a göre bu Fresto adında bir büyücünü işidir ve bu yüzden aslanlar savaşma ister. Abracıya zorla aslan kafeslerinin kapısını açtırır. Arabanın etrafında aslan bakıcısından başka kimse kalmamıştır. Bakıcının kapıları açmasına rağmen aslanlar dışarı çıkmak istemez. Don Kişot asların kendiden korktuğunu düşünür ve kapıların kapatılmasına izin verir.
Aslan serüveninden sonra Don Kişot bir köy düğününe katılır. Düğünde ters giden olayları düzeltir. İki sevenin birbirine kavuşmasını sağlar. Daha sonra Saragosa doğru yola koyulurlar.
Saragosa doğru ilerlerken yolları Dük ve Düşeşle kesişir. Dük ve Düşeş onların komik öykülerini duymuşlar, şakayı ve eğlenceyi seven bu insanlar. Bunları ağırlamak bu soyluların tek düze yaşantısında bir değişiklik yaratacaktır diye düşünürler. Onlara gerçek Şövalye ve dünyanın en üstün seyisi muamelesi göstererek eğleneceklerdi. Don Kişot ve Sanço şato da misafir edildi şato halkı da bu eğlencelere katıldı. Sanço bir yere vali olmayı çok isteyen biriydi. Bunu öğrenen Dük Sançoya bir oyun oynayarak onu bir yere vali olarak atadı. Don Kişot ve Sançonun yolları burada ayrılmıştı. Sanço’nun geçici valiliğinden hemen herkes memnundu . Etrafındakiler bir köylünün bu kadar akıllı, sağ duyu sahibi olmasına hayrandı, emir ve önlemler çok akıllıca idi. Dük bile valinin ipe sapa gelmez işlerine gülsede çoğu zaman Sanço’yu övmek durumunda kalıyordu. Bazıları ise artık bu oyununu bitmesini istiyordu. Bu geclerden birinde vali Sanço dinlenmeye çekildiğinde, olağan dışı sesler duyan Sanço yaşadığı olaylı geceden sonra, işiden iğrendi. Oyunu tertipleyenler. İşi bu kadar ileri götürdüklerinden dolayı pişman olmuşlardı. Sanço olaylı gecenin sonunda eşeğini alarak valilikten vazgeçip köyünün yolunu tuttu.Valiliğin sorunlarının eşeğinin yanında Don Kişot’un dostluğunun yanında kıymeti olmadığını anlamıştı. Şuanda efendisi ne yapıyordu acaba?Sanço sonunda şatoda yaşadıklarının hatırladıkça Dük ve çevresindekilerin onlarla alay ettiklerini fark ediyordu.
Don Kişot’tan ayrıldığına çok pişmandı. Onu dünya zenginliklerine feda ettiğini düşündü. Onun yüzüne nasıl bakacaktı. Bu düşüncelerle ilerlerken eşeği ile beraber bir kuyuya düştü. Akşama kadar uğraştı kuyudan çıkamadı. Dışarıdan bir gürültü işitti, yardım istedi. Gelen Don Kişot’tu. Epey uğraştıktan sonra Don Kişot Sanço’yu kuyudan çıkarttı. İkisi birlikte uğraşıp Sanço’nun eşeğini de çıkartılar.
Don Kişot’ta Dük’ün kendisi ile alay ettiğinin fark edip şatodan ayrılmıştı. Beraber yeni serüvenlere doğru kucak açarak Barselona’ya doğru yöneldiler. Sonunda Barselona’nın surlarına vardılar. Bir sabah sahilde seyisi ile gezinen Don Kişot kendi gibi zırhlı bir şövalye ile karşılaştı. Adam beyaz ay şövalyesi olduğunu söyledi ve çarpışmaya karar verdiler. Bu sırada oradan geçen Barcelon’a valisi onları en doğrusu cirit oyunu düzenlemek olduğunu söyledi. Beyaz Ay şövalyesi Don Kişot’u yenerek, Don Kişot’tan 1 yıl boyunca şatosuna çekilmesini istedi. Don Kişot kabul etti. Beyaz Ay şovalyesi aslında Don Kişotun dostu berber idi.
Köylerine dönerler iken Don Kişot şatosunu gördüğünde “Bütün yaptıklarımın delilik olduğunu anladım. Benimle alay ettiklerini şimdi anlıyorum.” Dedi ve özür diledi. Don Kişot şatosunu döndüğü günden beri hasta idi ve günden güne eriyordu. Don Kişot bir gün papaz ve berberle konuşup Allah’ın ona aklını yeniden bağışladığını ve artık Don Kişot olmadığını söyledi. şövalye öykülerine inanmadığını belirtti. Bir süre sonra herkesi toplayıp notere son arzularını yazdırdı. Bu günün akşam saatlerinde huzurlu ve sakindi. Şatonun yakınındaki bir çalılıkta karatavukların sesi, gürgen dalında öten güvercinin sesi duyuluyordu. Don Kişot dünyadan gelen bu selama gülümsedi sonra temiz ve günahsız ruhunu Allah’a teslim etti.

5 Eylül 2007 Çarşamba

ÜZÜNTÜYÜ BIRAK YAŞAMAYA BAK

Yazarı: Dale CARNEGİE
Yayınevi: Deniz Kitaplar Yayınevi
I.BÖLÜM:
‘Sorun Sızdırmayan Bölmelerde Yaşayın’ Başlığının kullanıldığı bölüm:
Burada 1871’yılının baharında Montreal Hastanesi’nde stajyer tıp öğrencisi olan ve geleceğini, bir de nasıl para kazanacağını düşünüp üzülen ve daha sonra 11 kelimelik bir sözcüğü okuduktan sonra üzülmeyi bırakıp kendi adına belirlediği amaç doğrultusunda yapması gerekenlere çalışan William Osler’in hayatı ve ünlü bir doktor oluşunu anlatır.
Osler daha genç ve yalnız bir öğrenci iken nasıl hayatta yaşayacağını ve zengin olacağını düşünerek çok üzülür ve hayatını kaosa sokar. Bu arada 11 kelimelik şu cümleyi bir kitapta okuyunca onun hayatı değişir. Devrinin en iyi doktoru olur. Ve öldükten sonra hayatı iki ciltlik bir eserde yayınlanır.
Bu sihirli söz:
‘Asıl görevimiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil elimizdeki belli olanla ilgilenmektir’. Sözüdür.
Osler bu sözün etkisinde kalarak geçmiş hatalarını ve kötü olayları unutup geleceğe bakmıştır. Ayrıca gelecekle ilgili tüm korku ve endişelerini bırakmıştır. Böylece kendi deyimiyle ‘Sorun sızdırmayan bölmeler’ oluşturmuştur. Ve kendi anını, hayatın bulunduğu anı yaşamaya ve elindeki imkanları değerlendirmeye çalışmıştır. Bu teknikle Osler genç bir asistanken, Oxford Üniversitesi Tıp Profösörü olmuş, Britanya Kralı ona şövalye ünvanı vermiştir.
Bu konuda Said Nursi hazretleri: ‘Sabrınızı geçmiş ve geleceğe dağıtmayın’ demektedir. Şeytan insana gelecekte yapacağı işleri çok göstererek sanki onların hepsini o anda yapacakmış gibi bir ruh sıkıntısı vermektedir. Bundan dolayı geçmiş ve gelecek, insan olarak bizi ilgilendirir. Fakat daha gelecek gelmemiş; geçmiş ise bitmiştir. Bizim için önemli olan şimdiki andır. Onu değerlendirirsek, başarıya ulaşırız.
II.BÖLÜM
Herhangi bir kötü olay karşısında insanın üzüntüsünü nasıl yenmesi gerektiği Amerikalı ünlü işadamı ve aynı zamanda Cornegie’nin öğrencileri olan bu kişilerin hayatlarından örnekler verilerek anlatılır.
Herhangi bir üzüntüden kurtulmanın sihirli yöntemini bu sefer işadamı Willies Corrier’in hayatından anlatacaktır. Bu kişi hava soğutma sisteminin mucidi ve şu andaki Corrier Klimaları’nı üreten şirketin sahibidir.
Corrier bir şirkette çalışmaktadır. Burada kendisinden gaz temizleme sistemi kurmasını isterler ve bunun maliyeti şirketin neredeyse yarı fiyatıdır. Ama başarılı olursa karlı bir iştir. Carrier bu sistemi uygulamaya başladı. Fakat başarısız oldu. Hem şirket çok büyük kayba uğradı. Hem de kendi kariyeri sıfırlandı. O, buna çok üzülmüş bir şekilde, yerinden kımıldayamıyordu. Bu ortamdayken üzüntüyle hiçbir yere varamayacağını anlayarak üç basamaktan ibaret olan şu yöntemi uyguladı.
1-Olayı inceleyip, en kötü olasılık nedir? Bunu araştırmak.
2-Gerekirse bu en kötü olasılığa hazırlanmak.
3-Sonra sakince zararı azaltmanın yollarını aramak.
Bu yöntemle işe eğilen Carrier 20.000 Dolar zarar yerine 15.000 dolar kar elde etti.
III.BÖLÜM
Üzüntü size ne getirir?
Yazar, ‘İşadamları ve yöneticiler işlerinden ve kişilerden dolayı çok üzülmekte ve bunun etkisiyle genç yaşta ölmektedirler’ diye yorum yapmaktadır.
Mayo Clinic’den doktor Alvarez, ülser ağrılarının sinirsel gerilimin şiddetine göre arttığını ve azaldığını söylemektedir.
Platon, doktorların en büyük hatasının hastaları ile ruhsal ve fiziksel olarak ilgilenmeleri olduğunu söyler. Platon’a göre ruh ve beden bir bütündür.
Carnegie tıp biliminin gerçeği kabul etmek için iki bin yıl beklemesi gerektiğini ve buna bağlı olarak da ‘Psikosomatik’ adlı hem ruhsal, hem bedensel tedavi biliminin yeni geliştiğini söylüyor.
Montaigne, Bordeaux’ya belediye başkanı seçildiğinde ‘sorunlarınızı ciğerlerimle değil ellerimle çözeceğim’ demişti.
Cornell Üniversitesi Tıp doktorlarından Russel Lecid eklem hastalıklarının sebebini şöyle açıklıyordu:
1-Ailede geçimsizlik
2-Para sıkıntısının getirdiği üzüntü
3-Yanlızlık ve sıkıntı
4-öfke.
Çin Derebeyleri tutsak aldıkları düşman askerlerinin ellerini ve ayaklarını bağlayarak bir su fıçısının altına koyarlar, oradan bir delik açarak, tutsağın başına küçük su damlacıkları bırakırlar ve tutsağı çıldırtana kadar bunlar devam ederlermiş.
Doktor A. Carrel ise:
‘Modern şehirlerin kargaşası içinde kendini rahatlatabilen insan sinir hastalıklarına karşı aşılanmış sayılır’ diyor.
Carnegie üzüntü, stres ve iç sıkıntısının verdiği maddi ve manevi tesirin önlenmesi için yukarıdaki örnekler gibi yaşanmış olaylardan örnekler vererek insanın kendini üzüntü kurbanı yapmaması gerektiğini söyler.
Yazar, yaşam ve olaylar karşısında insanoğlunun üzülüp, bunalıma girmesi gibi kötü sonuçların önlenmesi için örnekleri Amerika’da yaşayan ve Hristiyan olup inancı yarım olan insanlar üzerinde durmaktadır.
Halbuki Müslüman olan bir insan Allah’a inanmış, tam tevekkül etmiş ve kainattaki tüm olayların Allah’ın kudretinde olduğuna inanmaktadır. Bir sineği O (c.c.)’nun yarattığı gibi, koca bir Güneş’i de O (c.c.) yaratmıştır. Dolayısıyla herşeyde Allah’ın ve kaderin payı vardır.
Said Nursi Hazretleri: ‘İman Tevhidi, Tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyn’i iktiza eder’ sözü bize çıkış noktası olmaktadır.
IV.BÖLÜM
Üzüntü veren sorunları nasıl çözebiliriz?
Sorunları çözmenin üç ana yöntemini öğrenerek her türlü üzüntüyle savaşabiliriz.
1-Olayı ve özelliğini kavramak
2-Olayı ve özelliğini çözümlemek
3-Bir karara varıp ona göre hareket etmek.
Yazar bu kurallarla üzüntüye ve strese girmiş bir insanın, ondan kurtulmak için önce olayı incelemesi ve daha sonra çözüm kurallarını gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Örneklerle ve yaşanmış olaylarla buna örnek gösterir.
Andre Maurois: ‘Kişisel isteklerimize uyan herşey gerçek gibi görünür; uymayan ise bizi öfkelendirir’ demektedir.
V.BÖLÜM
İşinizle ilgili sorunların verdiği üzüntünün yarısını yok etmenin yolu
Carnegie, ‘Sizin üzülmenize sebep olan olayı inceleyerek bir kağıt, kalem alın ve şu soruların cevaplarını yazın’ der:
1-Sorunu inceleyin. Colombia Üniversite dekanı Hawkes’in şu sözünü hatırlatarak, ‘Üzüntünün yarısı, sorunu yeterince anlamadan çözmeye çalışmaktan kaynaklanır’ demektedir.
2-Elde ettiğiniz bilgileri yeterince inceledikten sonra karar verin.
3- Kararınızı verince hemen harekete geçin. Olası sonuçları düşünüp kuşkuya kapılmayın.
4-Eğer uygulamada herhangi bir kuşku oluşursa şu soruları cevaplayın:
a-Sorun nedir?
b-Sorunun nedenleri nelerdir?
c-Olası çözüm yolları nelerdir?
d-Sizin öğrendiğiniz en iyi çözüm yolu nedir?
VI.BÖLÜM
Üzüntüyü kafanızdan çıkarmanın yolları
Üzüntüye zaman kalmıyor. II.Dünya savaşının en kızgın zamanında Churchill günde 18 saat çalışırken üzerine aldığı sorumluluktan dolayı üzülüp, üzülmediği sorulunca ‘fazla meşgulüm, üzülmeye zamanım kalmıyor’ cevabını vermişti.
Doktor Cabott ‘Üzüntünün en iyi ilacı çalışmaktır’ diyor. Öyleyse üzüntüyü yenmenin birinci kuralı ‘Boş kalmayın acı sizi yutmadan eyleme başlayın’
VII.BÖLÜM
Kuruntuya kapılmayın.
En korkunç felaketlere göğüs gereriz fakat parmağımızın ağrıması gibi küçük şeylere yeniliriz.
Harry Vane’nin başının kesilmesi sırasında giyotinin bulunduğu platforma çıkınca cellattan bıçağı, ensesindeki çıbana dokundurmamasını istemişti. Dolayısıyla küçük sorunların yaşamımızı zehir etmesine izin vermemeliyiz. Unutmamak gerekir ki yaşam küçük şeylerle uğraşmaya değmeyecek kadar kısadır.
VIII. BÖLÜM
Üzüntülerinizin önemli bir bölümünü yok edecek bir yasa:
Olaylar karşısında sakin, dikkatli ve hoşgörülü olmak gerekir. Sinirlenildiği zaman telaşlanma olayını bir kez ayrıntıları ile düşünelim. Niçin üzülüyorsun?
Üzüntüyü yenecek diğer kural ‘Kayıtlara bakalım, sonra soralım kendimize’ olasılıklar yasasına göre beni üzen olasılığın gerçekleşme olasılığı nedir.
IX.BÖLÜM
Kaçınılmaz olan şeylerle işbirliği yapın.
Hepimiz yıllarca hoş olmayan birçok durumla karşılaşırız. Bunlar başka türlü olamaz. Önümüzde iki seçenek var: Ya onları zorunlu diye kabul edip alışacağız ya da isyan edip yaşamımızı zehir edeceğiz.
William James: ‘Öyle olmasını kabullenin, olayları kabullenmek, hoş olmayan sonuçları önlemeye doğru atılan ilk adımdır’.
Epiktetos dokuz yüzyıl önce ‘Mutluluğun tek bir yolu vardır. O da irademizin gücünden üstün olan şeylere üzülmekten vazgeçmektir’ demiştir.
CARNEGİE bu bölümde yaşamış birçok örnek vererek ve Batıllı filozoflardan okuduğu kitaplardan öğrendiği hayatla ilgili fikirleri yazmıştır.
Müslümanlıkta Kader İnancı’nın bir nevi açıklamasını yapmaktadır. Tevekkül eden, olaylar karşısında Allah’a sığınan insan mutlu olur. Hem de iki saadeti birden elde eder. Hem dünya, hem ahiret saadetini.
Böylece diğer kural; ‘Üzüntü sizi yenmeden siz onu yenmek isterseniz zorunlu şeylerle işbirliği yapın’
X.BÖLÜM
Kaygılarınıza ‘Dur’ demeyi bilin.
Bir olayın gerçek değerini saptayıp, ona göre davranmak, zihni rahatlığa kavuşturan en önemli etkenlerden biridir. Bunun için, ‘Üzülmeye neden olan şeyin gerçek değeri nedir? Ve bu olaya ne zamana kadar üzülmeliyim?’ Bu soruları cevaplayarak üzüntünün insanın hayatını mahvetmesine izin vermemek gerekir.
XI. BÖLÜM
‘Talaş biçmeye çalışmayın’.
Geçmişte meydana gelen olaylar, bitmiştir. Bugün artık onların tesirinde kalmanın hiç bir olumlu tesiri olmayacaktır. Yani ‘Talaş biçilmez’. Çünkü daha önce biçilmiştir. Geçmiş de öyledir. Olmuş bitmiş şeylere üzülmeye başlamak talaş biçmeye uğraşmak gibidir.
Onun için insanların gözyaşlarını boş yere dökmesinin gereği yoktur. Tabii ki hepimizin yanlışı, kabahati olmuştur. Olsun! Kim yanlışlık yapmamış ki Napoleon bile önemli savaşlarının üçde birini kaybetmiştir. Belki bizim yanlışlarımız Onunkinden daha kötü değildir.
XII.BÖLÜM
İnsanın huzur ve mutluluk getirecek ruhsal ve zihinsel yapıya ulaşması gerekir. Bunun için de insan kendini devamlı mutlu kılmalıdır. Yoksa hem yaptığı işte, hem de insanlarla arasındaki ilişkilerde başarısız olur.
XIII.BÖLÜM
‘Kin tutmanın büyük bedeli’
Shakespeare: ‘Düşmanınız için öyle çok kızdırmayın ocağı. Çünkü o ocak sizi yakacaktır’ demektedir. Yani kin tutan ve nefret eden insana bunların çok zararı vardır. Bunun için. ‘Düşmanlarımıza kin beslemeyelim. Aksi halde onlar verdiğimiz zarardan fazlasını kendimize veririz.
‘Sevmediğiniz insanları düşünmeye bir dakika bile harcamayın’.

Dost Kazanma ve insanları Etkileme Sanatı

Yazar : Dale CARNEGIE
Yayınevi : Akış
Carnegie, Missouri’de tren yoluna on mil uzaktaki bir çiftlikte doğmuş ve 12 yaşına kadar araba-tramvay görmemiştir. Fakat bu çocuk Hong Kong’dan Kuzey Kutbu’na kadar dünyanın dört bucağını dolaşmayı, bütün kurumların yöneticilerine ders vermeyi başarmıştır. Güney Dakota’da sığır çobanlığı yapan bir çocukken, İngiltere’de veliahtın himayesinde konferans veren birisi olabilmiştir.
Carnegie yaptığını şöyle açıklıyordu:
‘İnsanların korkularını yenmelerine çalışıyorum. Başarısızlık, korkunun neticesidir. Korkularının yenenler, kendilerine güveniyorlar, atak oluyorlar.
Gün geçtikçe kurslarıma katılanların yalnız etkili konuşmak değil, sosyal münasebetlerden başarı sağlamanın diğer yollarını da öğrenmek ihtiyacında olduklarını gördüm.
Teknik bir meslekte bile başarının % 15 bilgiye, % 85 insanları idare etme sanatındaki maharete bağlı olduğu ortaya çıkmıştır.
Yaşayan meşhurlarla yüz yüze görüşmeler yaptım. Marconi, Roosevelt, Young, C. Gable, Pickford, Johnson bunların arasındaydı.
Yanımda çalışan 314 kişi bana selam bile vermezdi. Beni gördüklerinde yollarını değiştirirlerdi. Şimdi 314 düşmanım yerine, 314 dostum var. Çünkü artık onları başaramadıkları ile değil, başarabildikleri ile değerlendiriyorum. Azarlayarak değil, takdir ederek yaklaşıyorum’.
İNSANLARI İDARE ETMENİN TEKNİK ESASLARI
1-Tenkit Çok Tehlikeli Bir Kıvılcımdır
Yıllarca birçok cinayet işlemiş, insanları sindirerek haraca bağlamış, bir sürü soygun yapmış insanlar bile suçlu olduklarına inanmadıklarına göre, sizinle her gün görüşen insanlar, tenkitlerinizin doğru olduğunu hemen kabul edecekler midir? Sert tenkitleriniz bir işe yarayacak mıdır?
Bütün tenkitler yuvalarından uçan güvercinler gibi yuvalarına dönmeye mahkumdurlar.
Tenkit, insanın en çok değer verdiği ‘benliğini’ yaralıyor. O’nun hiddetlenmesine sebep oluyor.
Alman Ordusu’nda hiçbir asker olayın hemen sonrasında şikayette bulunamaz. Önce hiddeti yatışacak, olayı daha soğukkanlı değerlendirebileceği bir zaman geçecek, sonra şikayette bulunabilecektir.
Karısı veya başkaları iç harp sırasında Güney halkı için ağır sözler sarf ettiklerinde Lincoln şöyle diyordu: ‘Onları tenkit etmeyiniz. aynı şartlar içinde bulunsaydık, aynı şekilde hareket edebilirdik’.
Dünyadaki karışıklıkların ve anarşinin birçok sebeplerinden biri de kendisi düzeltilmeye muhtaç olan insanların dünyayı düzeltmeye kalkmalarıdır.
Konfiçyus der ki: ‘Evinizin eşiğini temizlemeden, komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyiniz.
Çok tehlikeli bir kıvılcımdır tenkit. Bu kıvılcım, bir barut fıçısından farksız olan insan gururunu anında infilak ettirebilir.
Büyük adam, küçük adamlara karşı takındığı tavırlardan anlaşılır.
2-İnsanları İdare Etmenin Büyük Sırrı
İnsanlara iş yaptırmanın en kestirme yolu insanlarda o işi yapma arzusu uyandırmaktır. İnsanlara tehditle, zulümle, kaba davranışlarla da iş yaptırmak mümkündür ama bu tarz davranışların, katlanmanız gereken ağır neticeleri vardır.
Samimi bir takdiri, iltifatı hangimiz özlemeyiz? Hangimiz bulduğumuz zaman reddederiz?
Yoksul bir bakkal çırağını bir evin döküntüleri arasında bulduğu hukuk kitaplarını okumaya sevk ederek sonunda onu Lincoln yapan duygu önemli olma arzusuydu.
George Washington kendisine Haşmetli Birleşik Devletler Başkanı denilmesini isterdi. Kristof Kolomb Okyanus Amirali ve Hindistan Naibi ünvanını istemişti. İmparatoriçe Büyük Katerina üzerinde İmparatoriçe Hazretleri yazmayan zarfları açmazdı.
Bazı ilim adamlarına göre, yaşadığımız dünyada önemli olma fırsatı bulamayanlar kendilerine ayrı bir dünya kuruyorlar. O dünyada çok önemli biri olarak yaşıyorlar.
Ben insanlara heyecan verebiliyorum. İnsanın yeteneklerini geliştirmesi ve kullanması takdir ve teşvik edilmesine bağlıdır. İdarecilerin tenkitleri kadar insanın çalışma ve başarma ihtirasını öldüren bir şey yoktur. Ben insana hız vermek için O’nu överim. İnsanlarda kusur bulmaktan nefret ederim. Beğendiğim bir şeyi takdir etmekte gecikmem. Bundan da zevk alırım. Ünü makamı ne olursa olsun tenkit yerine iltifat duyup da daha çok gayrete gelmeyen hiç kimseyi tanımadım.
Burada kendisinden daha akıllı ve yetenekli insanları etrafında toplamayı bilen bir adam yatıyor.
İnsanların iyi taraflarını düşünelim. Bunları takdir edelim. Takdirimizi söyleyelim. O zaman bu sözleriniz siz öldükten ya da söylediğinizi unuttuktan sonra bile söylediğiniz insanlarda yaşarlar.
3-Oltaya Uygun Yem Takmayanlar, Balık Tutamazlar
Ben kremalı çilekten hoşlanırım. Balıklar ise kurt yemeyi seviyorlar. Onun için Maine üzerinde balığa çıktığımda oltaya kremalı çilek takmayı aklımdan bile geçirmem. Oltamdaki kurtlara koşan balıkları kolaylıkla avlayabilirim. İnsanları elde etmek için de aynı yolu takip etmek mecburiyetindeyiz. İşte, vazgeçilmez kural: Oltaya doğru yemi takmak...
Bir insanı etkilemenin biricik çaresi, onun istekleriyle ilgilenmek, onun isteklerine değer vermek, onun isteklerinin önemini kabul etmektir.
Oğlunuza saatlerce sigara içmemesini istediğinizi anlatsanız ne elde edebilirsiniz? Sizin bu isteğiniz onu niçin etkilesin? Siz onun isteğini ön plana çıkarın. Oğlunuz futbolu çok mu seviyor? Ona sigara içtiği takdirde iyi bir futbolcu olamayacağını anlatın. Kendi isteğinin gerçekleşemeyeceği ihtimali onu daha çok etkileyecektir.
Prof. Harry A. Averstreet şöyle yazar: ‘Davranışlarımızın kaynağı arzu ve isteklerimizdir. Hangi alanda çalışıyor olursanız olun, başkalarında kuvvetli bir istek meydana getirebilirseniz insanlar yanınızda olur. Bunu başaramayan yalnızlığa mahkumdur.
Carnegie, ilk oğlundan uzun zaman mektup alamadığı için üzgün olan baldızına ‘Endişelenme’ demişti: ‘Şimdi onlara bir mektup yazacağım ve derhal cevap gelecek’ Carnegie annelerini ihmal eden çocuklara bir mektup yazdı ve zarfın içinde para yolladığını söyledi. Derhal cevap geldi: ‘Mektubunuzu aldık. Ama zarfın içinden para çıkmadı’.
Yarın siz de belki başkasına bir şey yaptırmak isteyeceksiniz. Kendinize sorun: ‘Bu adamın (veya bu kadının) bu işi yapmak istemesini nasıl sağlayabilirim?’
Başarının bir sırrı varsa, karşınızdakinin bakış açısını kavramak ve onun gözüyle görebilmektir.
Kendisini başkalarının yerine koyup, onları anlayabilen kimsenin geleceği için kaygı duymasına gerek yoktur.
İnsan tabiatının en zaruri ihtiyacı kendini tanımak ve ifade etmektir.
SEVİLMEK İÇİN ALTI YOL
1-Başkaları ile ilgileniniz.
Tippy herkesi severdi. O, herkesi sevdiği için de herkes onu severdi.
Psikoloji ilminin zirvelerinden Alfred Adler diyor ki: ‘Başkaları ile ilgilenmeyen insanlar hayatta daima büyük güçlüklerle karşılaşmaya mahkumdurlar’.
Roosevelt, yerini Taft’a bıraktıktan sonra bir gün Beyaz Saray’ı ziyaret etmişti. Bütün görevlileri, hizmetçileri hatta mutfakta çalışan kadınları bile isimleri ile selamlamıştı. Archie Butt diyor ki: ‘Roosevelt mutfakta çalışan Alice’i gördüğünde ona hala çavdar ekmeği yapıp-yapmadığını sordu. Alice de ona, yaptığını, ama yalnızca hizmetçilerin yediğini söyledi. Roosevelt, Alice’in tepsi içinde ikram ettiği bir dilim çavdar ekmeğini yiye yiye bahçeye çıkmış, bahçıvan ve işçileri selamlamıştı. Bu adamlar o günü gözyaşları içinde hatırlarlar. Bunlardan Ike Hoover der ki: ‘O gün, son iki yıl içinde mutlu olduğum tek gündü’.
Telefonla konuşurken bile muhatabınız ses tonunuzdan bu konuşmadan ne kadar mutlu olduğunuzu anlamalıdır. Sizin ona değer vermeniz, onu size samimi olarak yaklaştıracaktır.
Başkalarına karşı samimi ve derin bir ilgi gösteriniz.
2-Gülümseyiniz
İnsanın yüzünde taşıdığı, sırtında taşıdığından daha önemlidir.
İnsanları hareketleri kelimelerden daha yüksek bir sesle konuşur. Kelimelerinin dilini pek sevmediğimiz nice insanlara hallerinin güzel dili yüzünden bağlanıveririz.
Büyük bir şirketin yöneticisi ‘İşe alacağım insanları seçerken, gülümsemeyi bilen bir lise mezununu, asık suratlı bir üniversite mezununa tercih ederim’ demişti.
Gülümseyin. Öyle samimi ve sıcak olunuz ki, her sıktığınız ele, ruhunuzu da katınız.
Düşmanlarınızı düşünerek zaman kaybetmeyin.
Korkuya kapılıp hedef değiştirmeyiniz.
Aklınızı hedefinizde yoğunlaştırınız.
Güçlü ve faydalı olma düşüncenizi zihninizde yaşattıkça gerçekten de öyle olmaya başladığınızı göreceksiniz. Siz ısrar ettikçe fırsatlar çıkacaktır.
Fikir, imanla bağlanırsa, kudret haline gelir. İmanla bağlanın. Cesur, açıkgöz ve neşeli olun.
Kalbiniz neye bağlanırsa, varlığınız onun mahiyetine bürünür. Bürüneceğiniz mahiyeti doğru tespit edin.
3-İsimleri Hatırınızda Tutunuz
Sıradan bir adam bile kendi ismine dünyadaki bütün isimlerden fazla önem verir.
Bir insanı uzun zaman sonra hatırlayıp, ismi ile hitap etmek, büyük bir iltifat kabul edilir. Fakat ismi yanlış hatırlasanız veya yanlış telaffuz ederseniz, bu, zararlı olabilir. Adam yeterince önemsenmediğini düşünüp, gücenebilir.
Eserlerini kendilerine ithaf ettirmek için yazarlara para teklif eden zenginleri de biliyoruz. Siyasal adamlarının aldıkları ilk ders şudur: ‘Bir seçmenin ismini hatırlamak devlet idaresine hazır olmanın ilk şartıdır. Başkalarının isimlerini hatırınızda tutunuz. Çünkü bir insan için dünyanın en tatlı ve önemli sesi, kendi ismidir.
4-Dinlemeyi Biliniz
Dinleyen birisini bulduğunuzda dinletmeyi sevmeyenimiz yoktur.
Heyecanlı dikkat ve ilgiden zevk almayacak insan yoktur.
En sert, en saldırgan, tenkitçiler bile sabırlı ve sevimli bir dinleyici karşısında yumuşarlar. Böyle dinleyiciler zehirini akıtan tenkitçinin dilinin tutulacağını bilirler ve sabırla zehirini akıtmasını beklerler.
Detner Yünlüler Şirketi’nin 15$’lık borcu için mektup yağmuruna tuttuğu bir müşteri, şirketin kurucusu Julian F. Detner’in odasına öfke ile dalmıştı: ‘Muhasebeniz hesabımı yanlış tutmuş. Size borcum falan yok 15$ ödemeyeceğim gibi, bir daha on paralık alışveriş de yapmayacağım’ diye gürleyen müşteriyi Detner dikkatle dinlemişti:
-Hiç sözünü kesmedim. İçini boşalttı. Rahatladığını görünce şöyle konuştum: ‘Şikago’ya kadar gelip bu gerçekleri bildirdiğiniz için teşekkür ederim. Siz dikkatli bir müşterisiniz. Hatayı binlerce hesapla uğraşan memurlarımızın yaptığına eminim. Bir daha bizden alışveriş de yapmayacağımıza göre, ben size diğer iyi firmaları tanıtayım’.
Çok etkilenmişti. Şikago’ya geldikçe beraber yemek yerdik. Bu defaki yemek davetimin sonunda yüklü bir sipariş vererek ayrıldı. Birkaç gün sonra da hesapları tekrar incelediğini, 15$’lık bir borcunun olduğunu bildiren mektubu geldi. Bu adam oğluna Detner adını vermiş ve ölünceye kadar dostumuz olarak kalmıştır.
Önemli insanlarla çok sevilen röportajlar yapan Isaac Marcosson der ki: ‘Birçok insan dikkatle dinlemeyi bilmediğinden, iyi bir izlenim bırakmaz. Bunlar hep daha sonra söyleyeceklerini düşündükleri için, kulak açmazlar. Benim röportaj yaptığım büyük adamların hepsi de, konuşmaktan çok, iyi bir dinleyici olmayı tercih ettiklerini söylemişlerdir’.Karşınızdakini dinlemeyi biliniz. Başkalarına kendilerinden bahsetme imkanı veriniz.
5-İnsanların İlgilerini Paylaşınız
Bir insanın gönlünü kazanmak için onun ilgilendiği konuları konuşmanın çok etkili olduğu bilinmelidir.
Avrupa’da düzenlenen büyük bir izci toplantısına katılacaktık. Oymağımdaki izcilerden birisi yol masrafını karşılayamayacak durumdaydı. Dev şirketlerden birinin yöneticisinden bu çocuk için yardım istemeye karar verdim.
Görüşmeye gitmeden önce şirket yöneticisinin bir zamanlar bir milyon dolarlık bir çek yazdığını, karşılığı ödendikten sonra bu çeki çalışma odasına astığını öğrenmiştim. Odasına girer girmez bu çekten bahsetmeye başladım. Şimdiye kadar hiç bir milyon dolarlık bir çek görmediğimi, şimdi böyle bir çeki gördüğümü izcilerime anlatacağımı söyledim. Yöneticiden çekin hikayesini de anlatmasını istedim. Bana o günü, tekrar yaşayarak, zevkle anlattı.
Görüyorsunuz ya, Chalif söze yardım isteği ile değil, yöneticiyi çok heyecanlandıran bir konuyla başlamıştı. Bakalım bunun sonucunda ne elde etmiş?
-Çek bahsi bitince yönetici candan bir ilgiyle ziyaretimin amacını sordu. Ben de anlattım. O, bir değil, beş çocuğun masrafını karşılayabileceğini söyledi. Bin dolarlık bir çek yazdı. Şirketin Avrupa’daki şubelerine bize her konuda yardımcı olmalarını isteyen birer mektup hazırlattı. Üstelik Paris’te bizi bizzat karşılayıp şehri gezdirdi. Çek hikayesi aramızda öyle bir dostluk doğurdu ki, hala elinden gelen hiçbir yardımı izcilerimden esirgemez. O gün sözlerime onu çok ilgilen bir konu ile başlamamış olsaydım, herhalde bu başarıyı elde edemezdim.
Karşınızdakilerin ilgilerini paylaşınız.
6-Başkalarına Önemli Birisi Olduklarını Hissettiriniz
Başkalarına, size nasıl davranılmasını istiyorsanız, öyle davranın.
Hepimiz saygı görmek, samimiyetle takdir edilmek isteriz. Hakkımızda güzel sözler söylenilmesinden hoşlanırız. Önemli birisi olduğumuzun farkedilmesinden mutluluk duyarız. Evet, hepimiz önemli birisi değil miyiz?
Bu takdir etme uygulamasına başlamanız için Amerika’nın Ankara Büyükelçisi ya da FIFA Başkanı olmayı beklemeyiniz. Herkesin takdir edilmeye ihtiyacı vardır ve takdir etmesini bilmelidir. İşimiz dost kazanmak değil mi?
Size zahmet verdiğim için üzgünüm’, ‘Rica ederim’, ‘Lütfen’, ‘Teşekkür ederim’ gibi söylenmesi hiç de zor olmayan cümleler karşınızdaki insana kendisine değer verildiğini düşündüreceği gibi sizin iyi yetişmiş olduğunuzu da gösterir. Başkalarına önemli biri olduklarını hissettiriniz. Bunu samimiyetle yapınız.
İNSANLARI KAZANABİLMENİN ON İKİ YOLU
1-Hiçbir Münakaşanın Galibi Yoktur
Bir münakaşayı kazanmanın en iyi yolu, o münakaşaya hiç girmemektir. Uzun politika hayatım, bana bir gerçeği öğretti: ‘Cahil bir adamı münakaşa yoluyla mağlup etmeye imkan yoktur.
2-Kimseye Yanlış Düşündüğünü, Yanlış Bir Şekilde Söylemeyiniz
Hiçbir zaman yüzde yüz isabetli davranamayacağınıza göre, niçin yanlış hareket ettiklerini başkalarının yüzüne vurup duruyorsunuz?
Bir şey ispatlayacaksanız, bunu iddianızı ve niyetinizi belli etmeden yapınız. Öğreniyormuş gibi davranarak öğretiniz. Hatırlamaya çalışıyormuş gibi hatırlatınız.
Acaba yanlış mı düşünüyorum?
Çünkü bizim esas korumaya çalıştığımız şey fikirlerimiz değil, şahsiyetimizdir.
3-Yanlışınızı Kabul Ediniz
Hatayı kabullenmek hatta üstlenmek aynı zamanda bir asalet işidir. Üstün bir karakterin belirtisidir.
Yanıldığınız takdirde bunu çabuk ve kesin bir şekilde kabul ediniz.
4-İşe Dostça Başlayınız
Bir damla bal, bir varil ziftin çekemeyeceği kadar sinek toplar.
Nezaket ve dostluk, sertlikten kuvvetlidir.
5-Hayır’ın Geri Dönüşü Zordur
Söze doğrudan doğruya anlaşmazlık bulunan konulardan başlamayınız. Başlangıç noktanız ortak düşünceleriniz olsun.
Muhatabınızın ilk sözlerinin ‘Evet’ olmasını sağlayınız. Muhatabınıza konuşmanın başında ‘Hayır’ dedirtmeniz büyük strateji hatası olacaktır.
6-Şikayete Karşı Sigorta
Çok kimse düşüncelerini kabul ettirebilmek için çok konuşmaları gerektiğini zanneder.
Değişik bir fikri dinlerken sabırsızlanıp lafa karışmayın. Kendi fikrinizi ifade etmek için konuşmanın bitmesini bekleyin. Muhatabınızı düşündüğü bir şeyi anlatması için teşvik edin. Bunu samimimi olarak yapın. Konuşmasına müsaade etmediğiniz biri, sizin düşüncelerinizden etkilenmez. Onun aklı, söyleyemediklerinde kalır.
New York Herald Tribune gazetesinin ekonomi sayfasındaki ilanda yetenekli bir adam arandığı bildiriliyordu. Charles T. Cubellis de müracaat etti ve mülakata çağırıldı. Cubellis mülakata girmeden önce görüşeceği adam hakkında Wall Street’de epey bilgi topladı. Mülakat esnasında şu bilgileri araya sıkıştırdı: ‘28 yıl önce büyük bir odada tek memurla bu işe başladınız ve bu noktaya geldiniz değil mi? Sizinle çalışmak, benim için şereftir’.
Hayattaki mücadelesini anlatmaktan hoşlanmayan adam var mıdır? Bu adam da neler çektiğini, engelleri nasıl aştığını, işlerini nasıl büyüttüğünü saatlerce anlattıktan sonra Personel Müdürü’nü çağırmıştı: ‘Aradığınız adam bu. Hemen işe başlatın’.
Cubelis önce bilgi toplamakla, sonra da bu bilgiler vasıtasıyla karşısındaki adama uzun uzun konuşma, kendinden bahsetme imkanı vermekle bir iş sahibi olmayı başarmıştı.
7-Düşüncelerinizi Başkalarına Söyletebilmenizin Önemi
Kendi fikirlerimize başkaları tarafından fikirlerden daha çok önem veririz. Başkalarının fikirlerini daima belirli bir direnmeyle karşılarız. Öyleyse fikrimizi kabul ettirmenin yolu nedir? Çok basit, Kendi fikrimizi karşımızdakine sanki kendi fikriymiş gibi söyletebilmek.
Theodore Roosevelt New-York valisi iken siyasi liderlerin sıcak bakmadığı işleri, onların onayını alarak yapıyordu. Nasıl mı?
‘Önemli bir makama atama yapacağım zaman, siyasi liderlere haber verir, teklifte bulunmalarını isterdim. İlk verdikleri ismin yeterli birisi olmadığını söyler, ikinci bir isim isterdim. Bunun da sakıncalı olabilecek taraflarını anlatır başka bir teklifte bulunmalarını rica ederdim. Bu, biraz daha iyi bir isim olurdu. Onlar benim istediğim adamı teklif ettiklerinde ‘tamam’ derdim, ‘kabul ediyorum’. Böylece onların istediği adamı atamış olurdum. Sonra da döner şöyle derdim: ‘Ben size destek oluyorum. Şimdi sıra sizde.. Bu usulle hiç istemedikleri konularda bile yanımda olmalarını sağlıyordum’.
Bir fikrimi ona, üzerine giderek kabul ettirmeye çalışmazdım. Laf arasında şöyle bir dokunup geçerdim. fikrim, onda adeta demlenir, birkaç gün sonra Wilson tarafından kendi fikriymiş gibi açıklanırdı.
Beni alacağım sonuç ilgilendirdiğinden, bu fikir benimdi demezdim. Böylece demleme olunu devam edebilirdi. Wilson da öne sürdüğü fikirlerin bana ait olduğunu anlamazdı bile.
Karşınızdaki insana fikrin kendisine ait olduğunu düşündürünüz. Başkalarının, fikirlerinizi kendilerine mal etmelerinden kaçınmayınız.
8-Büyük Neticelerin Küçük Formülü
Çocuklar işbirliği yapmak, bir işi birlikte başarmak fikrinden çok etkileniyorlar. Başarımı, olaya onların gözüyle bakmama borçluyum.
Unutmayın ki karşınızdaki insan hatalı olduğunu hemen kabul etmeyecektir. Bu yüzden onu suçlamadan önce, düşüncesine kuvvet veren sebepleri anlamaya çalışmalısınız. İnsanların düşüncelerinin sebeplerini keşfederseniz. onun şahsiyetinin anahtarını ele geçirmiş olursunuz. Kapıyı açmak kolaydır artık. Bunu sağlamak için kendinizi onun yerine koymalısınız. ‘Onun yerinde olsaydım, onun şartları altında bulunsaydım, nasıl hareket ederdim acaba?’
Olayları tam bir samimiyetle başkalarının bakış açılarından da görmeye çalışınız.
9-Sempatinin Gücü
A-Bu şekilde insanların ihtiyacı olan şey sempati görmektir. Çocuk, yarasını herkese bunun için gösterir. Hatta daha fazla sempati görebilmek için bir yerini yaraladığı bile olur. Büyük insanlar da yanı sebepten maddi-manevi yaralarını-berelerini anlatıp dururlar. Geçirdikleri kazalardan, ameliyatlardan bahsederler. Neler çektiklerini, başlarına ne felaketler geldiğini anlatıp aniden sırlarını dökerler. Bütün dünyada herkes kendi gerçek ya da hayali ızdırablarına karşı acınıp durur.
Diğer insanların düşüncelerine, arzularına, tavırlarına sempati gösteriniz.
10-Asil Duyguların Harekete Geçirilmesi
Gerçek şu ki, karşılaştığınız herkes, aynada gördüğünüz adam dahil, kendisine büyük bir saygı duyar. Başkalarının da bu saygıyı kendisine göstermesini ister.
John D. Rockfeller Jr. a gazetelerde çocuklarının resimlerinin basılmasını asil duygulara hitap ederek önlemişti. Onun dediği şuydu: ‘Sizler de çocuk sahibisiniz. Küçüklere vaktinden önce şöhret sağlamanın iyi yetişmelerini engelleyeceğini takdir edersiniz’.
Bir müşteri hakkında kesin bilgileriniz yoksa, ona dürüst, samimi, namuslu borcuna sadık adam olduğuna inandığınızı söyleyin. Siz böyle söylerseniz, o da kendisini böyle olmak zorunda hisseder. Kendisine bu vasıflar verilen bir insan başka türlü hareket etmek istemez. A-Bir adama namussuz olduğunu söylerseniz, o zaman da namuslu davranmak istemez. Bu kuralın istisnası çok azdır.
11-Fikirlerin Gösterisi
Rakamlar, konuşmaktan çok daha büyük bir fayda sağlar. Grafiğin gücü ise rakamı aşar. Rakamların şekillerle ifadesi daha etkili olur.
12-Son Çare
İyi ve çok iş yaptırabilmek için rekabeti körüklemek gerekir. Bu, herkesi birbirine ezdiren bir rekabet değildir. Daha mükemmeli yakalama arzusunun ateşlenmesidir.
İnsanlara vasıflarını ortaya çıkarabilecek cesareti veriniz. Bu cesareti vermenin en emin yolu da onlara meydan okumaktır.
İNSANLARI KOLAYLIKLA DEĞİŞTİRMENİN DOKUZ YOLU
1-Mutlaka Kusur Bulacaksanız...
Sekreter bu uyarıdan hiç alınmadı. Çünkü az evvel üstün bir yanı söylenmişti. İnsan övüldükten sonra, kusurunun söylenmesine tahammül edebilir. Tamamen gözden çıkarılmadığını düşünüp, rahatlar. Kusurunu düzeltecek gücü kendisinde bulabilir. Berber de traş etmeden önce, müşterisinin sakalını sabunlamaz mı?
Önce övgü, sonra tenkit sonra itimat. İşte insanı öldürmeden kazanmanın formülü: ‘Çok iyisin. Şu hataların var. Sana itimat ediyorum’.
Söze samimi bir takdirle başlayınız.
2-Düşman Kazanmadan Tenkit Etmenin Yolu
İnsanlara hatalarını dolaylı olarak anlatınız. Böylece kaş yapayım derken, göz çıkartmazsınız; düşman kazanmazsınız.
3-Önce Kendi Hatalarınızı Söyleyiniz
Hatan, benim yaptığım hatadan daha küçük ama sen bunu yapmamalısın.
Kendi hatalarımızdan bahsetmemiz, başkalarının da kendi hatalarını kabullenmelerini kolaylaştırır.
4-Hiç kimse Emir Almaktan Hoşlanmaz
Doğrudan emirler yağdırmak yerine yapmaları gerektiğini insanlara hissettiriniz.
5-İnsanların Gururlarını Koruyunuz
Yıkılan gurur çoğu zaman beraberinde başkalarını da alır götürür.
6-Küçük Bir Takdir Büyük Başarıya Sevk eder
Her insanda gördüğünüz en küçük bir yeteneği ve başarıyı bile samimiyetle takdir ediniz. İnsanlar bu takdir cümlelerin verdiği hızla büyük başarı yollarına girerler. Unutmayınız, böyle davranılmaya sizin de ihtiyacınız var.
7-Değer Vermek
Herhangi bir insana bir meziyetinden veya faziletinden ötürü saygı duyduğunuzu hissettirirseniz, onu idare etmek son derece kolaylaşır.
Baştan çıkmış bir adamı yola getirmek için ona namuslu adam muamelesi yapmak gerekir. Bu muamele onu öyle sevindirir ki, layık görüldüğü şekilde karşılık vermek ister. Bir başkasının gösterdiği itimat ona gurur verir.
Bir insana öyle bir değer veriniz ki, o değere gerçekten sahip olmak istesin. İnsanlara değerli olarak yaşama imkanlarının ve fırsatlarının önünü açınız.
8-Zorlaştırmayınız
Bir çocuğa, bir eşe, bir memura beceriksiz ve yeteneksiz olduğunu söylerseniz, onun bütün gelişme, başarılı olma ümit ve arzusunu kırarsınız. Tam tersini yapınız. Yapılacak işin zor değil kolay olduğunu söyleyiniz. Teşvik ediniz. Yapamadıklarını tenkit etmeden önce yapabildiklerini övünüz. Onun yeteneğine güvendiğinizi hissettiriniz. O zaman daha iyi olmak için elinden geleni yapacaktır. İnsanlara eksikliklerinin kolayca getirebileceğini, hatalarının kolayca düzeltilebileceğini söyleyiniz. Yapmaları gereken işlerin zor olmadığını hissettiriniz. Ne kendi işinizi, ne onların işini zorlaştırmayınız. Daima cesaret aşılayınız.
9-Sevdiriniz
Yapılmasını istediğiniz işi karşınızdakine sevdirerek yaptırınız.
AİLE HAYATIMIZI DAHA MUTLU YAPACAK YEDİ YOL
1-Aile Hayatınızın Mezarını Kazmak İstemiyorsanız...
Kıskançlığın zehirli dumanları bu evliliği de boğmuştu. Kadın dırdırı ile imparatoru bile evinden kaçırtmıştı.
Kocaların evlerini terk etmelerinin en önemli sebebinin karılarının dırdırı olduğunu gördüm.
2-Sev ve Yaşat
Karşısında kendisinde kusur arayan, kusurlarını büyüten bir kadın değil, sadece yorgun başını dinlendirmeye çalışan bir kadın bulmuştur.
Karısının kendisine güvendiği bir erkek dik durur, güçlü olur. Bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnek Hz. Muhammed ile Hz. Hatice’nin bir konuşmasıdır. Günlerce süren ruhi gerginlikten sonra Hz. Muhammed eşi Hz. Hatice’ye Peygamberlikle görevlendirildiğini açıkladığında tereddütsüz aldığı cevap şudur: ‘Eğer hakikaten bir Peygamber gelecekse, bu ancak sen olabilirsin’.
Evlilikte başarı yalnızca aranan eşi bulmak değildir. Aynı zamanda aranılan eş olmalıdır.
Eşinizi ‘Aradığım bu değildi’ diye suçlamayın. Acaba onun da aradığı siz miydiniz?
Hayat arkadaşınıza önem veriniz. Onu olduğu gibi kabul ediniz.
3-Soluğu Mahkemede Almamak İçin
İmparatoriçe Katerina da evinde aynı diplomasiyi uyguluyordu. Güçlü bir imparatorluğun bütün tebaasını avucunun içinde tutan, düşmanlarına işkence yapmaktan çekinmeyen, hasımlarını kurşuna dizdiren gereksiz savaşlar ilan eden bu kadar evinde kimseyi incitmezdi. Aşçısının önüne koyduğu yanmış eti bile hiç bir şey söylemeden yerdi. Hatta aşçısına gülümserdi. Catherine dışarıda ne kadar zalimse, evinde de o kadar sabırlı, kibar ve hoşgörülüydü.
Evlilik gemisinin sert kayalara çarpıp parçalanmasına sebep olan dev dalgalar yıkıcı tenkitlerden başka bir şey değildir.
Kırıcı, aşırı, lüzumsuz, yıkıcı tenkitten kaçının. Aksi halde soluğu mahkemede alırsınız.
4-Herkesi Mutlu Etmenin Kestirme Yolu
Kadının mutlu ve evine bağlı olması için kocası tarafından takdir edilmesi gerekir. Katını mutlu eden erkek kendisinin de mutluluğunu sağlamış olur.
5-Kadın İçin Küçük Bir Dikkatin Büyük Değeri Vardır
Lütfen bir demet çiçek götürmek için karınızın hasta olmasını beklemeyin.
Kadınlar doğum, nişan, nikah günlerine büyük önem verirler. Bunların unutulmasını kendilerinin sevilmediği şeklinde yorumlarlar. İçlerinde hakaret kabul edenler de vardır. Erkeklerin eşlerinin doğum günlerini, evlilik yıldönümlerini, benzeri önemli günleri mutlaka ezberlemelidirler. Bunların hatırlanmaması halinde üzülebilecek erkekler varsa, kadınlar bu günleri unutmadıklarını göstermelidirler...
Birçok insan küçük dikkatlerinin değerini takdir etmez. Küçük ihmaller birikir, ortaya koskocaman bir boşanma davası çıkar. Küçük bir dikkatsizliğin orman yangınına sebep olduğunu unutmamalıyız.
6-Bunu İhmal etmemelisiniz
Hollanda’da bir eve girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarmak zorundasınızdır. Bu, günün sıkıntılarını kapının önünde bırakmak anlamına gelir. Hepimiz ayakkabılarımızı çıkarıp, eve öyle girmeliyiz. Bu çok önemli bir derstir.
Müşterisine kötü söz söylemeyi aklından bile geçirmeyen adam, karısına ağzına geleni söyler. Ne budalalıktır. Mutlu olması için karısı ona daha çok lazımdır. Bir kadın, yüz bin müşterinin veremeyeceği mutluluğu verebilir.

3 Eylül 2007 Pazartesi

Safiye Sultan

KİTABIN ÖZETİ :
1. BÖLÜM :
İsmihan Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'ın Torunu, Sokullu Paşa'nın karısıdır. Giysiden yana zengin, ilgiden yana yoksul büyütülmesine karşın altın gibi bir kalbe sahiptir. Çoğu Harem kadının olduğu gibi onunda kendine ait bir hadımı vardı. Hadım Abdullah Venedikli bir İtalyandır. Amcasının gemisinde 2.Kaptan olarak gelmiş, daha sonra ise kötü kaderi onu köle pazarına sürüklemiş arkasından, Pera'da acımasız bir el bütün güzel şeyleri, aşklarını ve umutlarını koparıp atmıştır. Bu haliyle ona bütün yaşama ümidi veren sahibesi İsmihan'dır. Aralarındaki bağ büyük bir aşktan dahada güzeldir. Onun için herşeyi yapabilir, ancak İsmi-han'ın en büyük sıkıntısı Sokullu Paşa'ya bir çocuk verememesidir. Doğan bebekleri bir-iki saat yaşayıp ölürler.Abdullahın bu durumda dahada fazla tedirgin olduğu şey İsmihan'ın üvey annesi Nur Banu Sultan'ın hareminde bulunan kadınlardan biri olan Safiye'dir.Safiye'ninde bir İtalyan olmasına karşın sarı saçları, badem gözleri ile bir hilale benzeyen bu kadının bütün kötülükleri yapabileceğine inanır ki ondan korku ile birlikte nefret eder.
2. BÖLÜM :
Venedikli Safia Baffo 1562'de hareme katıldığında henüz 14 yaşındadır. Gelmesinin asıl amacı güç ve bunun ona sağlayacağı sınırsız imkanlardır. Bu imkanları Venedik'te kalsaydı asla sağlayamazdı. Gençti ve erkekleri çıldırtan bir güzelliği, çılgın bir zeka ve doymak bilmeyen arzuları vardı. İmparatorluğun kadınları daima kalın perde ve tahta kafeslerin ardında sıranın onlara gelmesini beklerken Safiye bunu istemez, o sadece güç hatta imparatorluğu ister, bunu elde etmek içinde engelleri tek tek aşmak için planlar yapar. Sultan Süleyman yaşlı olmasına karşın çok dinamiktir. Ondan sonraki varis oğlu Selim'dir. Ancak Selim böyle bir konumu kaldıracak gibi görünmemekte ve içkiye düşkünlüğü yüzünden sık sık babasından uyarılar alır. Safiye'ye göre en uygun aday Selim'in oğlu Murat'tır. Muratın annesi Nur Banu durumun farkındadır. Ancak Safiye Murat'ı çoktan ele geçirmiştir. Kısa zamanda onun gözdesi olur. Murat her konuda Safiye'ye danışır ve onu yanından hiç ayırmaz. Sultan Süleyman bu durumdan çok memnundur. Selim'e vermesi gerekirken Manisa Sancak Beyliğini Murat'a verir. Safiye halinden memnundur çünkü Murat onuda Manisa'ya götürmüştür. Nur Banu Venedikli Şeytana oğlunu kaptırmamaya niyetlidir ve Murat'a Safiye ile evlenmeyeceğine söz verdittirir. Bu kötüdür çünkü Safiye'nin tek amacı padişahın karısı olmak ve perde arkasından da olsa Osmanlı'yı yönetmek ister. Murat Manisa'da Safiye için bie camii yaptırır. Bu bir kadın için en yüce mertebedir. Manisa yerine Kütahya'ya gitmek zorunda kalan Nur Banu içinse bu bir kıskançlık krizidir.
3. BÖLÜM :
Bütün çabalarına karşın Safiye Murat'tan hamile kalır. Bu sırada İsmihan'da hamiledir ve haremin ebelerinden Ayva daima İsmihan'ın yanındadır. Ancak İsmihan'ın çocuğu yine doğduktan birkaç saat sonra yine sessizce annesinin kucağında can verir. İsmihan artık dayanamıyordur ve Manisa'ya hem kocasının yanına hemde Safiye'nin yanına gitmek ister. Ancak karadan gitmek uzun zaman alacağı için denizden gitmek en uygunudur. Fakat Manisa'ya gidecek bir gemi bulmak çok zordur. Abdullah uzun çabalar sonucunda hanımını kırmamak için Sakız Adası'nda bir hristiyan gemisi bulur. Geminin kaptanı Guistıniani Abdullah'a özğürlüğünü seçebileceğini ve gemisinde 2. kaptan olarak çalışabileceğini de söyler. Abdullah büyük bir kararsızlık yaşar bir yanda kendince yarım bir özğürlük diğer yanda sevgili, bircik sahibi İsmihan vardır. Yola çıktından sonra ilk durak Sakız Adası'dır. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu ile Sakızlar arasında bir vergi anlaşmazlığı olmuştur. Osmanlılar gemilerini Sakıza doğru yollarken Prenses İsmihan'ın orada olması çok büyük tutarsızlıktır ama akıllı hadım kendi özğürlüğü pahasına hanımını kurtarır ve Manisa'ya götürür. Bu arada Safiye Şehzade Murat'tan bir oğlan doğurmuş ve adını Mehmet koymuşlardır. Osmanlı hanedanının pek çok şehzadesinin olduğu gibi, tahtın ilk varisi Murat'ın oğlu Mehmet'inde annesi Venedikli bir hristiyandır. İsmihan , Abdullah ile İstanbul'a geri dönerken Safiye Murat ile Manisa'da kalır. Bu sırada Macaristan seferi sırasında Kanuni Sulatan Süleyman ölür. Sokullu Paşa bunu orduya belli etmemek için çok çalışır. Orduya kışın bastırması ile geri dönüleceği söylenir. Çünkü seferin tam ortasında Sultanın öldüğü haberi ordunun dağılmasına sebep olabilir. Uzun çabalar sonunda İstanbul'a yaklaşılması ile haber herkese verilir. Kanuniden sonra yerine Safiye'nin beklediği gibi Murat degil Kütahya Sancak beyi Selim tahta çıkar. Ancak Selim babası gibi korkusuz ve cesur bir insan olmadığı gibi içkiye düşkünlüğü, ters ilişkileri ile ordunun inanılmaz nefretini kazanmıştır. Yeniçeriler Sultan Selim'den bahsederken sarhoş, ayyaş gibi benzetmeler kullanırlar. Aslında bu Safiye'nin işine gelir. Çünkü Murat'ı yeniçerileri ayaklandırmak, bir isyan çıkarmalarını sağlamak için kışkırtır. Selim'in tahta geçmesi için yapılan kutlama törenlerinde yeniçeriler ayaklanır ancak Sokullu'nun üstün yetenekleri sayesinde ve askerlere verilen yeni imtiyazlar ile birlikte ki bunların arasında evlennmelerinin serbest bırakılması gibi maddelerde vardır. İsyan bastırılır. Safiye planlarının gerçekleşmemesine çok kızar ve Murat'ın yanına Manisa'ya gitmeyi reddeder. Sarayda kalarak kendisini iç ve dış politikada, askerlerin yapacağı seferler ve hazine konusunda geliştirmeye başlar. İlk önce Sokullu'nun planlarını ögrenmek ister. Sokullu Paşanın en büyük ideali Akdeniz ve Kızıldenizi birleştirecek bir kanal yapmaktır. Böylece kısa bir su yolu ile Hindistan'dan Çin'e kadar olan bölge hatta daha ilerisi kontrol altına alınabilir. Bu amaç ile çıkılan sefer sonunda, askerlerin arasına sokulan nifak tohumları, Padişah Selim'in beceriksizliği ile birleşince büyük bir bozguna uğranılır ve Astragon ölür.

Ramses, Kadeş Savaşı

KİTABIN ÖZETİ :
Kitap, M.Ö. 13. yy.da Mısır firavunu I. Seti’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Ramses’in firavunluk döneminde ülkesinde ve çevresinde dönen entrikaları ve Mısır’ı tehdit eden Hititlilerle yapılan Kadeş savaşını anlatmaktadır. Kitapta öne çıkan karakterler, Mısır kralı II. Ramses, karısı Nefertari, II. Ramses’in yakın arkadaşları Musa, Dışişleri Bakanı Aşa, sandalet taşıyıcısı ve Başkatip Ameni, yılan oynatıcısı Setau, II. Ramses’in ağabeyi Şenar, kızkardeşi Dolant, Libyalı büyücü ve casus şebekesi başı Ofir, vazo ticaretiyle uğraşan Hitit casusu Raya’dır.
Eser bir tarih kitabı veya bilimsel araştırma şeklinde değil, Jean François Champollion’un hiyeroglifleri çözerek aydınlattığı papirüslerden yola çıkarak kaleme alınmış bir romandır.
II. Ramses, babası I. Seti’nin ölümünden sonra M.Ö. 1279 yılında tahta çıkmış, genç yaşı ve deli dolu haraketleri ile tepkiler almıştır. Bu işi yapabilecek, yani Mısır’I yönetecek bir firavun olarak görülmemiştir. Ayrıca kendisinin firavun olması gerektiğini düşünen ağabeyi Şenar’ın da büyük düşmanlığına maruz kalmıştır. Bunlara rağmen Ramses, büyük başarılara imza atmış, çeşitli yerlere tapınaklar yaptırmış, Pi-Ramses adında bir kent kurmuş ve Memfis’te bulunan ülke merkezini buraya taşımıştır. Böylece çevre ülkelerin oluşturdukları tehlikelere karşı yapılan savunma savaşlarını da daha hakim bir yerden yönetmeyi amaçlamıştır.
Fakat ağabeyi Şenar, vazo ticareti ile uğraşır görünen bir Hitit casusu ile işbirliği yaparak, kardeşi Ramses’I Hititliler karşısında yenik duruma düşürüp onun yerine firavun olmayı ve ülkeyi yönetmeyi amaçlamıştır. Kızkardeşi Dolant ve kocası, kendini Libyalı bir büyücü olarak tanıtan Ofir isimli, Hitit casus şebekesinin başı olan birinin yalanlarına kendilerini kaptırarak Ramses’e ve karısı Nefartari’ye karşı çeşitli kötülükler yapmaya kalkışmışlardır. Ofir, tek tanrılı bir dini yaymaya çalışan biri olarak kendini tanıtmış, Ramses’in veyandaşlarının inandığı tanrıların sahte olduğuna ve ülkeyi felakete götüreceğine halkı inandırarak taraftar toplamaya başlamıştır. Böylece, çoktanrılı bir din anlayışı olan Mısır’da iç kargaşalık yaratmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Ramses’e ve karısına karşı büyüler yaparak onları yok etmeye çalışmıştır. Fakat bütün bunların altında yatan asıl amaç yaptığı casusluğu örtbas etmek, Hititlilere daha rahat bir biçimde mesajlarını iletmektir.
Bütün bu olumsuzluklara karşın talih, Ramses’ten yanadır. Ayrıca yakın arkadaşlarından dışişleri ustası Aşa, yılan oynatıcısı ve büyücü Seatu ve başkatibi Ameni ona her konuda yardım etmekte, bütün kötülüklere karşı onun yanında yer almaktadırlar. Ayrıca Ramses’in yakın korumalığını üslenen aslanı ve köpeği de ona hiçbir düşmanı yaklaştırmamaktadır.
Ülke içinde bu kadar entrika, ülkeyi ve Ramses yönetimini yok etmeyi amaçlayan bu kadar faaliyetin yanında dış tehdit olan Hititliler de boş durmamakta, Mısırlılara karşı bir saldırı planlamaktadırlar. Bunun öncesinde Mısır yönetimindeki çeşitli kaleler ele geçirilmiş fakat kesin bir savaş ilanında bulunulmamıştır.
II. Ramses, bütün bunları izledikten sonra ülkesini ve askerlerini bu savaşa hazırlamaya başlamıştır. Emrindeki komutanlar ve askerler ise, bu savaşın ülkeyi felakete sürükleyeceğini, Hititlilerin Mısır’ı yenip ülkeyi paramparça edeceklerini savunarak bir anlamda korkularını ifade etmişlerdir. Fakat Ramses, kendinden emin bir şekilde savaşın ülkesi ve firavunluğu için gerekli olduğunu ileri sürerek adamlarını ikna etmiştir.
Bir süre sonra hazırlıklarını tamamlayan Ramses, ilk olarak Hititlilerin ele geçirdiği, dah adoğrusu satın aldığı kaleleri kolaylıkla geri alır. Daha sonra gözde kalesi olan, eski Mısır dilinde Kode, bugünkü adıyla Tele-Nebi-Mind olarak adlandırılan Kadeş’te çarpışmaya karar verir. Bu kararda en önemli etken, Hititlilerin içine casus olarak sızan Aşa’nın verdiği bilgiler olmuştur; çünkü Aşa Hititlilerin içine sızıp onların saldırı planladığını öğrenmiş, fakat ülke dışına çıkarken yakalandığı için sadece “Kadeş-Tehlike-Çabuk” mesajını iletebilmiştir.
Ramses de bu mesajla Kadeş’e doğru harekete geçmiştir. Amacı Humus’un güneybatısında, Asi ırmağı kıyısında bulunan Kadeş’i ele geçirmektir. Bu amaçla emrindeki 4 tümen ve yardımcı kuvvetlerle bugünkü Suriye’de çeşitli kaleleri ele geçirir, oradan da Kadeş’e yönelir. Buna karşılık da Hititlerin imparatoru Muvatallis Kendisine bağlı devletlerden büyük bir birlik oluşturur. Tabii bu arda Hititliler arasında da çeşitli entrikalar ve iktidar savaşları olmaktadır. Hitit İmparatoru Muvatallis, oğlu Urhi-Teşhup’a orduyu eğitme görevi vermiştir fakat ona güvenmemektedir. Bu nedenle asıl savaş planını oğluna açıklamamış, yerine onun kardeşi iyi bir diplomat olan Hattuşil ile ortaklaşa bir plan geliştirmiştir. Muvatallis, bu savaşın kendi imparatorluğunu sağlamlaştırmak ve Hititlilerin yayılmacı politikasına ters düşmediğini göstermek ister. Oğlu Urhi-Teşhup da savaşın başarısına sahip çıkarak iyi bir komutan olduğunu kanıtlayıp babasının tahtına geçmeyi planlamaktadır.
Muvatallis, kendi birliklerini ve bağlı devletlerden oluşturduğu birliği kentin arkasındaki tepeye saklar; fakat ordunun daha kuzeyde Halep’te olduğu yönünde yanıltıcı haberler yayar. Ramses’in Kadeş yakınlarına geldiğinde çıkardığı bir keşif kolu, köylü kılığında iki Hititli öncü askeri yakalayıp getirir. Bu askerlerin söylediklerine kanarak Asi ırmağı vadisi boyunca dar bir yürüyüş kolu halinde ilerlemeye başlayan Ramses ve ordusu tepenin ardından çıkan Hititlilerle karşılaşınca şaşkına döner. Hititliler ırmağı geçerek Mısırlıların 2 nci Tümenini bozguna uğratır ve Mısır kampına doğru hücuma başlarlar. Ardından 1 nci Tümeni de dağılan Ramses, Hititlilere arkadan saldıran yardımcı kuvveti, aslanı, ve kendisinde bulunduğu iddia edilen güneşin gücüyle Hititlileri ırmağın kıyısına kadar itmeyi, böylece savaş alanını elinde tutmayı başarmıştır. Hatta Hititliler bir süre sonra Kadeş kalesine sığınmak zorunda kalırlar. Ramses kaleyi kuşatır, fakat ele geçiremez. Muvatallis, savaşın galibi olarak Ramses’i gösteren ve kendisini yenilmiş ilan eden resmi bir belgeyi Ramses’e vererek kuşatmayı kaldırmasını ister. Ramses bunu kabul eder, fakat bu kararında esas etken, Hititlilerin elinde esir bulunan yakın arkadaşı Aşa’dır. Böylece Ramses, Aşa’yı kurtarır ve arkadaşlığa verdiği önemi kanıtlar.
Daha sonra ülkesine dönen Ramses, muzaffer bir komutan ve güçlü bir firavun olarak ülkesinde coşkuyla karşılanır. Burada ağabeyi Şenar, yaptığı kötülükler ve işlediği suçlardan dolayı Maat yasasına uygun olarak tutuklanır, fakat ellerinden kaçar. Casus Ofir de ülkeden kaçar. Ofir’in etkisinde kalan Musa, Ramses’in kızkardeşinin kocasını öldürdükten sonra ülkeden kaçar ve Yahudileri biraraya getirmeye çalışır. Yavaş yavaş tektanrıcı anlayış içinde Tanrı’ya yönelmiş, peygamberliğini ilan ederek firavuna karşı çıkmaya hazırlanmaktadır. Bu arada casus Raya, bir kaza sonucu ölür. Dolant ise, Ofir’in öldürdüğü kişiler hakkında bilgi sahibi olduğundan, Ramses’in gazabından kurtulmak için geride ipucu kalmaması amacıyla Ofir ile birlikte kaçar.
Firavun II. Ramses’in ülkesi ve firavunluğu o anda tehlikeden arınmış görünmektedir, fakat tehlikeler tamamen yokolmamıştır. Ramses’in bütün düşmanları, ona ve Mısır topraklarına karşı tekrardan güçbirliği yapıp saldırmak için uygun zamanı beklemektedirler

POZİTİF YAŞAMA ON ADIM

KİTABIN ÖZETİ :
BİRİNCİ ADIM : KİŞİSEL SORUMLULUK ÜSTLENİN
Kişisel sorumluluk kavramı, akıl sağlığının çok önemli bir parçasıdır. İnsan, kendi etki alanındaki konulardan sorumludur. Etkileyebildiğiniz başlıca alanlar, bir birey olarak size ait olanlardır; düşünceleriniz, duygularınız, verdiğiniz kararlar ve davranış biçiminiz. Hareketlerinizin olası sonuçları üzerinde de biraz olsun etkiniz vardır.
Düşüncelerinizin, duygularınızın, kararlarınızın, hareketlerinizin ve bu hareketlerin olası sonuçlarının sorumluluğunu üzerinize almanız çok önemlidir. Kişisel sorumluluk üstlenmezseniz, değiştirebileceğiniz bir şeyi değiştirmek için uğraşmaz; bunun yerine, düşünme, hissetme, hareket etme biçiminiz ve aldığınız kararlar için başka insanları ya da yaşamdaki olayları suçlamaya eğilim gösterirsiniz. Aslında sizin sorumlu olduğunuz şeyler için başkalarını ve dış olayları suçlamak, zihinsel sağlığın kötülüğünün işaretidir. Bunu yaptığınızda, kendinizi kurban olarak görme eğiliminde olur ve yaşama aciz bir bakış geliştirirsiniz. Kişisel sorumluluk almayı reddetmeniz, kendi hayatınızın denetimini de ele almayı reddetmeniz demektir. Böylece başkalarından sizi kurtarmalarını bekler ve onlara aşırı muhtaç hale gelirsiniz. Bir kurban olarak, yazgınız ve başkalarının size nasıl haksız davrandığı hakkında acı şikayetlerde bulunmaya yönelirsiniz.
Sizin etki alanınız içindekilerin sorumluluğunu alın. Düşünceleriniz, duygularınız ve hareketlerinizin sorumluluğunu almak, kendi sonunu hazırlayan duygu ve davranışlarla bağlantılı olan, sağlıksız düşünce biçiminizi değiştirmek için sizi yüreklendirecektir.
İKİNCİ ADIM : EMİR VERİCİ OLMAYAN ESNEK BİR FELSEFE BENİMSEYİN
Eğer zihinsel açıdan sağlıklı olmak istiyorsanız, böyle olmanızı sağlayacak bir dizi inanç ve tavır geliştirmeniz önemlidir. Bana göre, zihinsel olarak sağlıklı bir felsefenin en önemli özelliği esnekliğidir.
Eğer insanlar dogmatik olmayan esnek tercihlerine sımsıkı tutunurlarsa, istediklerini alamadıklarında olumsuz duygular yaşarlar. Fakat bu olumsuz duygular, onların duruma uyum sağlamalarına yardımcı olur ve onları, durumu değiştirmeye çalışmak için yapıcı eylemlerde bulunmaya yüreklendirir.
Bir insan olarak, hayatınızı bir dizi isteğe göre yaşarsınız. Bazı şeylerin olmasını ister, diğerlerinin olmamasını yeğlersiniz. Kendiniz için bazı tercihleriniz vardır. Diğer insanlardan bazı şeyler istersiniz ve içinde yaşadığınız dünyayla bağlantılı, sağlıklı bir dizi istek ve dileğe sahipsinizdir. Esnek, emir verici olmayan tercihlerinizle kaldığınız sürece, istediğinizi elde etmeseniz de duygusal olarak sağlıklı olursunuz. Bazı olumsuz duygular, isteklerinizin karşılanmadığı durumlara verdiğiniz sağlıklı tepkilerdir. Bu, emir verici olmayan, esnek tercihler dizisi, dilekler ve istekler, değiştirebileceğinizi değiştirmenize ve hayatınızın değiştiremediğiniz yanlarına, kendinizi duygusal rahatsızlığa düşürmeden, yapıcı biçimde uyum sağlamanıza yardımcı olur. Bu istekler aynı zamanda sizi, arzularınızı karşılamaya yönelik, yapıcı bir eylemde bulunmaya yüreklendirir. O yüzden, bu, emir verici olmayan, esnek istek ve tercih felsefeleri, kişisel mutluluğu elde etmeye çalışmak için size cesaret verir.
Fakat isteklerinizi kesin zorunluluklarla, gerekliliklere dönüştürdüğünüzde, iki şey olur. Birincisi, istediğinizi almadığınızda duygusal rahatsızlık yaşama olasılığınızı ve istediğinizi alırsanız da, duygusal rahatsızlığa karşı savunmasızlığınızı artırmış olursunuz. İkincisi, dogmatik istekler geliştirdiğinizde, hayatta istediğinizi elde etme şansınızı azaltan biçimde davranırsınız. Endişe, büyük ölçüde dogmatik zorunluluklardan ileri gelir ve endişeliyken olumlu biçimde hareket etmeniz olası değildir.
Farklı insanlar farklı arzulara sahiptir. Örneğin, sevgi ve onaylanma ya da hayatta bir iz bırakma yüksek bir yere erişme isteğiniz olabilir. Yetki sahibi olmayı ya da dünyada adaletin olmasını arzulayabilirsiniz. Bütün bu istekler, ardlarına AMA sözcüğü koyduğunuz sürece sağlıklıdır. Öyleyse, eğer sevilmek istiyorsanız, “ Özel biri tarafından sevilmek istiyorum, AMA bu sevgiye sahip olmak zorunda değilim” demeniz sağlıklıdır. Eğer adalet istiyorsanız, “Dünyada bana adil davranılmasını istiyorum ve bunu oluşturmak için çalışacağım AMA dünyanın adalet kurallarına göre işlemesini sağlayan kesin kanun yok” inanışına sahip olmanız sağlıklıdır. AMA’yı isteklerinizden çıkardığınız an, esnek arzularınızı, sert ve emir verici zorunluluklar haline getirdiğiniz andır. Bu boyun eğmez, sert felsefe, duygusal rahatsızlığın merkezindedir ve sizi, sahip olmanız gerektiğine inandırdığınız şeye sahip olsanız bile bu rahatsızlığa karşı savunmasız hale getirir.
Bu nedenle, eğer zihinsel yönden sağlıklı olmak istiyorsanız, isteklerinizi tanımanız, onlara ulaşmak için çabalamanız ve bu isteklerin peşindeyken size engel olan durumlardan kurtulmak için problemleri çözmeniz önemlidir. Üstelik bu istekleri, katı, esnek olmayan emir ve zorunluluklara dönüştürmekten kaçınırsanız, zihinsel yönden sağlıklı kalırsınız. Ancak eğer bunda ısrar ederseniz, her zaman kötü akıl sağlığının insafına kalırsınız.
Katı ve emir verici felsefelerinizin mantıksız olmasının üç ana nedeni vardır. İlki, istediğinizi almanız gerektiğinde ısrar ettiğiniz sürece sonuç alırsınız. İkincisi, katı zorunluluklar gerçekle bağdaşmaz. Aslında evrende, istediğinizi elde etmeniz gerektiğini söyleyen bir kanun olsaydı, dünya bu kanuna göre işlemek ve ne olursa olsun size istediğinizi vermek zorunda kalacaktı. Böyle bir kanunun yokluğu apaçık olduğundan, emir verici zorunluluklar dünyanın haliyle uyuşmadıkları için mantıksızdır. Üçüncüsü, emir ve zorunluluklarınız sağlıklı tercihinizin sonucu değildir. Örneğin ; hemen şimdi kucağınıza bin pound düşmesini istiyorsunuz. Ama kucağınıza bin pound düşmesini istemenizden, bunun mutlaka olması gerektiği sonucunu mantıksal olarak çıkarabilir misiniz ? Belli ki hayır ! Bu nedenle; zorunluluklar, tercihlerinizin mantıksal sonuçları olmadıkları için usa aykırıdırlar.
ÜÇÜNCÜ ADIM : GERÇEĞİ KABULLENİN
Zihinsel açıdan sağlıklı olmaya çalışırken, gerçeğe karşı kabullenici bir tutum geliştirmeniz çok önemlidir. Gerçeği kabullenmek, gerçeğe boyun eğmek demek değildir. Boyun eğme, var olanı değiştirmek için yapabileceğiniz hiçbir şey olmadığı veya çok az şey olduğu anlamına gelir. Bu yüzden eğer kendinizi bir duruma boyun eğmiş hissediyorsanız, onu değiştirmek için çaba harcamazsınız ve sonuç olarak durum değişmez.
Gerçeği kabullenmek üç ana adımı içerir :
a. Durumun varolduğunu ve varolması için bütün koşulların yerinde olduğunu kabul edersiniz;
b. Varolan durumun isteklerinize karşı olduğunu ve bundan etkin biçimde hoşlanmadığınızı kabul ederseniz;
c. Denemek ve durumu değiştirmek için yapıcı eylemde bulunup bulunmamaya karar verirsiniz.
Eğer durumu değiştirme denemeleriniz başarısız olursa, bu gerçeği kabullenmek, durumu değiştirme çabalarınızın başarısızlığa uğradığını ve bunun da şansızlık olduğunu kabul etmeniz anlamına gelir.
İnsan olmak, çok sayıda isteğe sahip olmanız anlamına gelir. Arzularınızdan bazıları hafif, bazıları ılımlı ve bazıları da güçlü olur. Pratik olarak, isteğiniz ne kadar güçlenirse, bunun gerçekleşmesi engellendiği zaman yaşayacağınız olumsuz duygular da o kadar fazla olur. Genellikle, güçlü arzularınız gerçekleşmediğinde, yukarıdaki üç adımı izlemeyi güç, “kötüleştirme” denen bir işleme girişmeyi kolay bulursunuz.
Kötüleştirme felsefesi şu adımları içerir. Birincisi, mantıklı olarak, arzularınızı gerçekleştirememiş olmanızın kötü olduğu sonucuna varırsınız. İkincisi, sağlıksız bir biçimde, bu durumun kesinlikle varolmaması gerektiğine inanırsınız. Üçüncüsü, aslında kesinlikle olmaması gereken bir şey olduğu için, bunun yalnızca kötü değil %100’den de kötü olduğu sonucuna varırsınız. Bu tam anlamıyla dehşet vericidir, korkunçtur ve dünyanın sonudur.
Bu kötüleştirme felsefesi, gerçekte fena halde abartılmış bir olumsuz değerlendirmedir. Kötüleştirme felsefesine bağlı kaldığınızda, o anda hiçbir şeyin daha kötü olamayacağına inanırsınız.
Kötüleştirme felsefenizi değiştirmek için, bu felsefeyi oluşturan kanılara savaş açmanız gerekir. Her şeyden önce, kendinize, bu olumsuz olayın kesinlikle varolmaması gerektiği inancınızdan yana kanıt bulunup bulunmadığını sormalısınız. Eğer, bir şey var ise, ne yazık ki, bunun varolması için gereken bütün koşulların da varolduğunu kabul etmelisiniz. Kesinlikle varolmaması gerektiğinde direniyorsanız, gerçeği kabullenmeyi başaramıyorsunuz demektir. Siz aslında gerçeğin kesinlikle gerçek olmaması gerektiğine, varolanın kesinlikle varolmaması gerektiğinde diretmektesiniz. Bu, iki kısım hidrojenin bir kısım oksijenle karıştırıldığında kesinlikle su oluşturulmaması gerektiğinde ısrar etmek gibidir. İki hidrojen ve bir oksijenin su oluşturmamasında ısrar etmenin, bu koşullarda suyun meydana gelmesi üzerinde hiçbir etkisi yoktur.
Trajedilerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Haksızlığın da varolduğu bir dünyada yaşadığımızı hatırlatayım. Haksız davranılmayı ne kadar hak etmeseniz de bu, haksızlığa karşı bağışıklığınız olduğu anlamına gelmez. Haksızlık gerçeğini kabullenmek, şu adımları atmanızı gerektirir. İlk olarak, haksız bir şekilde davranılmayı hak etmediğiniz için, böyle bir haksızlığın varolmaması gerektiği ısrarınızdan vazgeçmenizi gerektirir. İkincisi, ne yazık ki, haksızlığa yol açan koşulların o anda gerçekten varolduğunu ve deneyimsel anlamda, tıpkı iki hidrojenle bir oksijenin su oluşturması gibi, varolmak zorunda olduğunu kabul etmenizi gerektirir. Üçüncüsü, haksızlığı, yüzde 95 ya da yukarısına ulaştığınızda, bunun kol ve bacaklarınızın kesilmesi gibi trajedilere eşdeğer olduğuna dikkat ederek, gerçekçi bir kötülük ölçüsüne göre derecelendirmenizi gerektirir. Dördüncüsü, haksız durumu, elinizden gelirse değiştirmeye çalışmanızı ya da değiştiremiyorsanız, ondan hoşlanmasanız da incelikle kabullenmenizi gerektirir.
Yaşamdaki olayların açıkça belirlenmiş olmasını yeğleyebilirsiniz. Öyleyse, olayları siyah ya da beyaz diye iki kategoriye sokmaktan hoşlanan türde birisiniz demektir. Ne yazık ki dünya ve yaşam koşulları bundan çok daha az belirlidir. Yaşam deneyimlerinin karışık niteliği yalnızca iki ayrı kategoriye uyduramazsınız. Bunu yapmayı denerseniz, ne yazık ki zarar gören kendiniz olursunuz. Yalnızca siz öyle olmasını istediğiniz için dünya belirli hale gelemez.
Bağlı kalabileceğiniz ve sizi duygusal rahatsızlığa götüren, başka bir kabule yanaşmayan tavır, haklı olma isteğidir. Böyle bir inanca sahipseniz, bir şeyi yapmanın tek bir doğru yolu, bağlı kalınacak tek bir doğru tutum ya da olaylara bakmanın tek bir uygun biçimi olduğunu ve diğer insanların sizin görüşünü paylaşmak zorunda olduğunu düşünebilirsiniz.
Bu tutum diğer insanlarla aranızda sık sık büyük zorluklara neden olacaktır. Bu, diğer insanların sizinle aynı fikirde olmayışını çekilmez bulduğunuz, bir konu hakkında farklı ve aynı derecede geçerli düşünceler olabileceğini kabul edemediğiniz içindir. Bu dogmatik tutum, fanatisizmin ve terörizmin kökündedir.
Gerçekte yaşam, böyle açıkça belirli, doğru-yanlış kategorilerine ayrılmaz. Kısacası evrende çoğulculuk vardır ve çaba alanlarının çoğunda, herkesçe kabul edilmiş görüşler bulunmadığı açıktır. Çoğulculuk gerçeğini kabullenmek için, sizin, doğru saydığınız özel bir görüşünüz olduğunu, fakat başka insanların, savunmaya hakları olduğu farklı görüşleri bulunduğunu onaylamanız gerekir.
DÖRDÜNCÜ ADIM : YENİLGİYE KATLANMA FELSEFESİ GELİŞTİRİN
İnsanlar için en zor şeylerden birisi, kısa süreli rahatsızlıklara katlanarak uzun vadeli amaçları doğrultusunda çalışma zorunluluğudur. Anlık zevk ya da rahatlıktan vazgeçmeyi, böyle yapmak hayatlarımızı zenginleştirip daha değerli kılacakken, neden bu kadar zor buluruz ? Başlıca neden, sık sık, yenilgiye tahammülü az bir felsefeye göre hareket etmemizdir. Eğer yenilgiye tahammülünüz azsa :
- Sık sık işlerinizi erteleyebilir,
- Disiplinsiz bir yaşam tarzı sürdürebilir,
- Çoğu kez, sürdürmekten en çok zevk alacağınız işlerde azimli davranmayı başaramayabilir,
- Bu sıkıntılarla uğraşmanın yaşama becerinizi artırdığı gerçeğine karşın, yaşamdaki kavgalardan sakınmak için çaba harcayabilirsiniz.
Eğer rahatlık tuzağına yakalandıysanız, yenilgiye tahammülü az bir felsefeye sahip olduğunuzdan kuşkunuz kalmasın. Kendi sonunu hazırlayan bu felsefeye bağlı kalındığınızda savunacağınız başlıca inançlar şunlardır :
- “Yenilgiye Uğramamalıyım”
- “Şu Anda Rahat Olmayalım”
- “Olumsuz Duygular Yaşamamalıyım”
- “İyi hisler Duymalıyım
Duymazsam, bu dehşet verici olur ve sürekli mutlu, neşeli, zevk içinde olmazsam yaşam dayanılmaz olur.”
İyi duygular tatmanız gerektiğine inanmanızın sonucu olarak, daha tehlikesiz bir yaşam tarzı geliştirebilirsiniz. Başka bir deyişle, sürekli olarak ve kolayca sıkılabilirsiniz. Sadece iyi duygular yaşamanız gerektiğinde diretirseniz, zevkli etkinliklerin bile olumsuz yönleri üzerinde yoğunlaşırsınız.
Eğer yukarda sözü edilen dört inançtan birine sahipseniz, kolayca, işlerinizi ertelemeye eğilim göstereceğiniz açıktır. İşleri ertelemek, tam tamına, bugün yapmanız akıllıca olacağı bir şeyi yarına kadar geciktirmek anlamına gelir. Eğer işleri ertelerseniz, kolaylıkla, bugün yapmanız gereken işe başlamamak için iyi nedenler uydurursunuz.
Yenilgiye Katlanmak Düzeyinizi Yükseltin
Yenilgiye tahammülü olan bir felsefe geliştirmenin en önemli yanı, yenilgiye katlanamama felsefesinden meydana gelen fikirlere savaş açmanızdır. Bunu yapmanız için, ne zaman yenilgiden kaçındığınızın ya da o anda iyi hissetmek için kendi sonunu getiren etkinliklerle meşgul olduğunuzun farkına varmanız gerekir.
“Buna Dayanamam” Felsefesine Savaş Açmak
Üzerinde yoğunlaşmanız ve değiştirmeniz gereken ikinci esas düşünce, yenilginin rahatsızlığın, olumsuz duyguların dayanılmaz olduğu ve kesinkes bunlara katlanamayacağımız düşüncesidir. “Buna dayanamam” felsefesi iki anlama gelir. Birincisi, yenilgiyi tattığınızda tam anlamıyla düşüp öleceksiniz demektir. İkincisi, yenilginin varolmasına izin verilir, bu derhal yok edilmezse; hayatınızın geri kalanında bir daha asla mutluluğu yaşayamayacağınız anlamına gelir.
“Buna dayanamam” felsefesi hakkında da, kendinize aynı üç soruyu sormanız gerekir. Birincisi, yenilgiye katlanamayacağınıza inanmak, daha verimli yaşamanıza mı yardımcı olacak, yoksa sizi baltalayacak mı ? İkinci olarak, evrende yenilgiye dayanamayacağınızı söyleyen bir yasa var mıdır ? Eğer varsa, yenilgiye hiçbir koşulda, bu sevdiğiniz birinin hayatını kurtarmak anlamına bile gelse, katlanamazsınız. Böyle düşünüldüğünde, yenilgiye dayanamayacağınız düşüncesinin tam anlamıyla saçmalık olduğunu görebilirsiniz.
“Buna dayanamıyorum” felsefenizi, “Bundan hoşlanmıyorum ama dayanabilirim” diyen bir felsefeye dönüştürmek için, yenilgiye tahammülsüz düşüncelere tekrar tekrar meydan okumalı ve bunlar sizin için adet haline gelene dek, yenilgiye tahammülü olan düşünceler göre hareket etmelisiniz.
Yenilgiye tahammülü yüksek bir felsefe geliştirmek, akıl sağlığı psikolojisinin en önemli ve ne üzücüdür ki; en çok ihmal edilen konularından biridir.
5. BEŞİNCİ ADIM : KENDİNİZE KARŞI SAĞLIKLI BİR TAVIR GELİŞTİRİN
Kendinize karşı akıl yönünden sağlıklı bir tavır oluşturacak maddeler aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir.
Kendini Kabul Etme
İlk ve önemlisi, kendini kabul eden bir tavır geliştirmenizdir. Kendini beğenme felsefesini benimsemeyiniz. Kendinizi beğenmeniz aslında kendinize evrensel bir derece vermeniz anlamına gelir. Sizin zahmete değer biri olmanız için sizin hakkınızdaki her şeyin de öyle olması gerekirdi. Bu olanaksızdır. Çünkü hata yapmak insanoğlunun özünde vardır, bu da hata yapabildiğimiz ve yaptığımız anlamına gelir. İyinin, kötünün, nötrün karmaşık bir bileşimi olduğumuz bir gerçektir.
Daha gerçekçi olan düşünce, kendinize evrensel bir derece vermekten ne olursa olsun kaçınmaktır. Bu noktada, insan olarak, tek bir dereceyle değerlendirilmeyecek kadar karmaşık olduğunuzu ve böyle yaparsanız aşırı genelleme yapmış, kendinize haksız bir etiket yapıştırmış olacağınızı görürsünüz. Bunun yerine, kendinizi karmaşık iyi, kötü ve nötr niteliklere sahip, hata yapabilen bir insan olarak kabul edersiniz. Böyle yapmak, iyi niteliklerinizi en üst düzeye çıkarmaya, olumsuz niteliklerinizi ise, asla tamamen yok edemeseniz de en aza indirgemeye çabalamanıza yardımcı olur.
Kişiliğinizi Yüceltin
İnsan olmanın bir parçası da eşsiz bir birey olduğunuzu kabul etmeyi gerektirir. Sizinki gibi bir, özellikler, yetenekler, güçler ve zayıflıklar bileşimine sahip biri, bir daha asla varolmayacaktır.
Bütün bunları göz önüne alarak, kişiliğinizi yüceltmekle, kendinize bir ucube, garip bir adam gözüyle bakmak arasında seçim yapabilirsiniz. Daha sağlıklı, gerçekle daha bağdaşır olduğu ve yaşama daha mantıklı ve gerçekçi bir yaklaşımı temsil ettiği için, ilkini yeğlemelisiniz. “Öyleyse sizi, eşsiz bir birey olmanın sayısız yönünü dikkate almaya ve kendi kişiliğinizi yüceltmeye çağırıyorum.”
Kişisel özelliklerinizin eşsiz toplamını da yüceltin. Kişiliğinizin niteliklerini bilip anlayın ve bu nitelikleri dışa vurabileceğiniz ortamları arayıp bulun, böyle yapmak kendinize zarar vermedikçe, niteliklerinizin dışavurumunu kısıtlayan ortamlardan kaçının.
Kişisel Çıkarların Açıklığa Kavuşturulduğu Bir Felsefe Geliştirin
Kişisel çıkarların açıklığa kavuşturulduğu bir felsefeyle, esas olarak kendi çıkarlarınızı gözetmeniz, bunu yaparken de, başkalarıyla ilişki kurduğunuzda, onlara verdiğiniz sözlere saygı göstermenizin ve onların çıkarlarını da aklınızda bulundurmanızın önemini kavramanız kastedilmektedir. Açıklığa kavuşturulmuş çıkarla, her zaman kendinizi öne çıkarıp diğerlerini geride tutmanız söz konusu değildir. Bazen diğer insanların çıkarlarını, özellikle kendi çocuklarınızınkini, sizinkilerin üzerinde tutabilirsiniz. Öyleyse, açıklığa kavuşturulmuş kişisel çıkarın özünde esneklik vardır. Temelde kendi çıkarınızı gözetirsiniz fakat, bencil, başkalarının çıkarlarına aldırmayan bir tavırla değil, esnek, farklı durumların gerektirdiklerine karşı sorumlu bir biçimde.
Öyleyse, esas olan, akıl sağlığınızın hizmetinde, tüm sorumluluklarınızı, etkinliklerinizi dikkate almanız ve bu alanların her birine zaman ayırmak için plan yapmanızdır. Bu, elbette, verdiğiniz öncelikler hakkında iyice düşünüp, bu sorumluluklara yeterli nitelik ve nicelikte zaman ayırmanız anlamına gelir. Bunu yapmak için, duygusal açıdan sağlıklı biri olmanın başka bir işareti olan, zamanı verimli biçimde kullanma becerisine gereksinim duyarız.
ç. Kendinize Karşı Yükümlülüklerinize Saygı Gösterin
Başkalarını ve bazı etkinlikleri kendilerinden önde tutmayı göze alan çok sayıda insan vardır. İnsanların şöyle dediğini kaç kez duymuşsunuzdur : “Hayatımı tekrar yaşama imkanım olsaydı, şunları yapmazdım.” Bu size korkunç gelecek ama, ölüm döşeğinde yattığınızı hayal etmeniz yararlı olabilir. Orada yatarken hangi “keşke”leri söylüyor olurdunuz ? Bu etkinliklerinize öncelik tanıyın. Daha az önceliği olan maddelerin asla yapılamayabileceğini kabul edin. Fakat kendinizi değer verdiğiniz etkinliklere adamakta kararlı olun ve bu yükümlülüklere saygı gösterin.
d. Bedeninize ve Sıhhatinize Karşı Sağlıklı Bir Tavır Geliştirin
Bedeninize, fiziksel iyiliğinize dikkat etmeniz gerektiğini kavrayın. Fiziksel sağlığınıza bir ölçüde dikkat etmenizin önemini ve bunu yapmazsanız, fiziksel açıdan yıpranmanız sonucu akıl sağlığınızın da zarar göreceğini kavramalısınız. Burada da esnek ve ılımlı olmak önemlidir.
e. Kendinize Bakmayı Öğrenin
Kendinize bakmanızla, kendinize, sevdiğiniz birine davrandığınız gibi davranınız. Rahatlatıcı ya da eğitici bulduğunuz etkinlik ve çabalara düzenli olarak katılmaya gayret ediniz. Bu, düzenli biçimde masaja gitmek ya da ormanda yürüyüş yapmak olabilir. İnsanlar ilgileri ve de eğitici buldukları şeyler bakımından çok çeşitlilik gösterirler. Öyleyse, kendiniz için başkalarıyla yapabileceğiniz ya da başkalarının sizin için yapabileceği eğitici etkinlikleri bulun ve bunları düzgün bir temele oturtun. Bunun duygusal yaşamınız üzerindeki etkisi sizi şaşırtacaktır.
f. Standartlarınıza, Değerlerinize ve Etiğinize Uyarak Yaşamaya Çalışın
Deneyimlerime göre en mutlu insanlar, standartları, değerleri ve etikleriyle makul bir uyum içinde yaşayanlardır. Onlar, kendilerinin yaşamak isteyeceği bir dünya yaratılmasına katkıda bulunduklarını hissederler. Hem de, kendileriyle bağlı oldukları etik ve değerlere sürekli aykırı düşen başkalarının olduğundan daha barış içindedirler.
İçten Olmaya Çalışın
Kendinize karşı içten ve dürüst olunuz. İdealleştirilmiş fakat insanlığa yakışmayan bir imaja uygun yaşamak için boş bir çabayla, gerçek duygularınızı saklamaya çalışmayınız. Eğer kendini kabul etme felsefesine, elinizden geldiğince egemenseniz, kendinize karşı dürüst olmak, elbette çok daha kolaydır. Kendinizi olduğunuzdan başka türlü olduğunuza inandırmaya çalışmayın. Kendileriyle barışık insanlar, zayıf yanları bulunduğunu kabul eder, bunu rahat fakat kararlı bir şekilde beyan ederler. Fakat kendileriyle kavgalı insanlar, eksiklerini ve zaaflarını yadsır, başkalarına yansıtır ya da umutsuzca bunları değiştirmeye çalışırlar. Başkalarına karşı içten olmaktan duyduğunuz korkunun kökünde, tuhaf görünse de, güçlükleriniz yüzünden kendinizi kabul etme eksikliğiniz olduğunu gösterir. Bir kez kendinizi kabullendiniz mi, başkalarına karşı içten olmanız daha olasıdır.
Duygularınız dürüstçe, fakat özen ve incelikle ifade etmelisiniz. Her yerde olduğu gibi burada da içtenliğinizin dışa vurumunda esnek olmanız gerekir.
6. ALTINCI ADIM : SAĞLIKLI OLUMSUZ DUYGULARI YAŞAMAKTAN KAÇINMAYIN
Akıl yönünden sağlıklı insanların yalnızca olumlu duygular duyacağına ya da yaşamdaki olumsuz olayları sakin karşılayacağına ilişkin fikirler mevcuttur. Akıl sağlığına bu tür bir bakış hiç de gerçekçi değildir. Duygularınız ve tavırlarınız inanışlarınızdan kaynaklandığı için, eğer olumsuz bir olay hakkında olumlu duygular hissediyorsanız; bunun sebebi olay hakkında gerçekdışı bir olumlu bir tavra sahip olmanızdır.
Sağlıklı olumsuz duyguların akıl sağlığının bir belirtisidir. Yaşamda yalnızca olumlu duygulara sahip olmanız, hayatın olumsuz olayları hakkında da olumlu hissettiğiniz anlamına gelir ve bu da çok gerçekdışı bir durumdur. Gerçekten istediğiniz bazı şeylere karşı kayıtsız kalıyorsanız, kendinizi kandırıyor ve sizin gerçekten önemli bir şeyi yadsıyorsunuzdur.
Sağlıklı olumsuz duygular, şu felsefeden kaynaklanır :
Esnek bir arzu felsefesi,
Gerçeği kabullenmeyle birleşen kötüleştirme karşıtı bir felsefe,
Yenilgiye katlanma felsefesi,
Kendilerini ve başkalarını kabullenme felsefesi.
Sağlıksız olumsuz duygularsa şu felsefelerden kaynaklanır :
Katı, dogmatik bir diretme felsefesi,
Sizi olayları abartmaya yönelten bir kötüleştirme felsefesi,
Uzun vadeli sağlıklı hedefleriniz pahasına kısa vadeli zevkin peşine düşmenize yol açan, yenilgiye katlanamama felsefesi
Kendinizi ve diğer insanları, kabahatler, hatalar ve zayıflıklar için yerdiğiniz, kendini ve başkalarını kötüleme felsefesi.
Yaşamınızda olumsuz deneyimler ortaya çıktığında, cesur bir yüz takınıp olayın yalnızca iyi yönünü aramak sağlıklı bir durum değildir. Kayıtsız ve ilgisiz tavrı benimsemek de sağlıksız bir davranıştır. Tersine, yaşamınızda olumsuz bir durumla karşılaştığınızda, kaygılı, üzgün, kızgın, pişman ya ada hayal kırıklığına uğramış olmanız sağlıklıdır. Bu duyguları değiştirmeye çalışmayın. Bunları yaşamaktan kaçınmayın, çünkü bunlar sizin durumla yapıcı biçimde uğraşmanıza ve eğer yaşamınızdaki olumsuz olayları gerçekten değiştiremiyorsanız, sağlıklı bir ayarlama yapmanıza yardımcı olacaktır. Yine de telaş, bunalım, öfke, suçluluk, kırgınlık ya da kendine acıma duyarsanız, böyle duyguları destekleyen mantıksız tavırları arayıp onlara savaş açın, onları değiştirin ve yerlerine sağlıklı, olumsuz duygular yaşamak için çabalayın.
7. YEDİNCİ ADIM : ELEŞTİRİSEL VE YARATICI DÜŞÜNÜN
Zihinsel yönden sağlıklı olan insanlarla ilişkilerimizde, onların eleştirisel ve yaratıcı düşünme yetenekleri dikkatimizi çeker. Böyle insanlar, kendilerine söylenen şeyleri, kendileri üzerinde iyice düşünmeden kabul etmezler. Bu, kendileri için düşünme yeteneği, reklamın gücüne ve sözde uzmanların yalanlarına karşı koymalarına olanak verir. Bu nedenle kendileri için düşünen insanlar, saf ve kolay aldanır olmamaya eğilimlidirler. Tersine, anlatılanları dikkatle dinler, karşılarındakinin gerçeklerini göz önünde tutar ve kendi yargılarını oluştururlar.
Bilimsel Düşünün
Bilimsel metodun edinilmesi, eleştirisel düşünme yeteneğinin çok önemli bir yönüdür. Bilimsel düşünme sağlıklı kuşkuculuğun işaretidir. Bilimsel düşündüğünüzde daha sonra onu destekleyecek ya da yalanlayacak kanıtlar arayarak sınayacağınız bir hipotez geliştirirsiniz. Bunu yapmak için nesnel olmaya ihtiyacınız vardır.
Zehirli Pedagojinin Etkilerini En Aza İndirgeyin
Ana babalar, öğretmenler, din adamları gibi bazı önemli kişiler tarafından size, kendiniz, başkaları ve dünya hakkında fazlaca olumsuz şeyler öğretilmesi, sizin de bunlara inanarak kendinize zarar vermeniz zehirli pedagojidir.
Çarpık Düşüncelerinizi En Aza İndirgeyin
İnsanlar, duygusal yönden sıkıntılı olduklarında, sık sık, kendileri, başka insanlar ve dünya hakkında düşünme biçimlerinde çarpıklıklar gösterirler. Eğer diretme, kötüleştirme, yenilgiye katlanamama, kendini ve başkalarını alçaltma felsefelerine bağlı kalırsanız, düşüncelerinizde bir çok çarpıklıklar göze çarpacaktır. Düşüncelerinizi çarpıklıklardan arındırmanın başlıca yollarından biri, düşünme biçiminizdeki örtülü kalmış “zorundayım”ları, “berbat”ları, “buna dayanamıyorum”ları, kendinizi ve başkalarını alçaltan ifadeleri tanımlayıp değiştirmektir. Eğer sağlıklı, esnek bir istek felsefesine göre hareket eder, kötüleştirme karşıtı bir tavır edinir, yenilgiye katlanma gücünüzü artırır, kendinizi ve başkalarını kabul etme görüşünden yola çıkarsanız, olaylar üzerinde açık ve doğru uzun bir yol almış olursunuz.
ç. Düşünce Çarpıklarınızı Düzeltiniz
Düşünce çarpıklıklarını düzeltmenin en iyi yolu, bu kitabın 2’den 5’e kadar ki adımlarında söz edilen sağlıksız olumsuz tavırlara savaş açmaktır. Bunun için önce diretmelerinizi, kötüleştirme tavırlarınızı, yenilgiye katlanamama felsefenizi, kendinizi ve başkalarını alçaltan inançlarınızı tanımlayıp bunlara meydan okuyun. O zaman, olaylara bakma biçiminizde kalan diğer düşünce çarpıklıklarını da tanımlayıp düzeltebileceğiniz gerçekçi bir duruma ulaşacaksınız.
Sorunları Çözmeye Yönelik Bir Tavır Geliştirin
Sorun çözme, günlük hayatımızda hem pratik, hem de duygusal problemlerle karşılaştığınızda kullandığınız, değerli ve kapsamlı bir metottur. Sorun çözmenin amacı, sizi problemlerinizin sorumluluğunu üstlenmeye ve onlarla uğraşmanın, problemlerle başa çıkmanın alternatif ve daha başarılı olması mümkün yollarını vurgulayan bir metodu geliştirmeye teşvik eder.
Karar Verme Yeteneğinizi Geliştirin
Bir çok insan, karar vermeyi zor bulur. Bilgisizlikten kaynaklanan karar verme zorluklarını, kararsızlık yüzünden ortaya çıkanlardan ayırmak önemlidir. Kararsızlık, şunlara inandığınızda ortaya çıkabilir :
“Doğru kararı vereceğimden emin olmalıyım.”
“Karar verirken rahat olmalıyım.”
“Doğru kararı vereceğimden emin olmalıyım, yoksa bu benim aptal ve yetersiz olduğumu kanıtlar.”
Yaratıcılığınızı Geliştirin
Yaratıcı olmak, çeşitli düşünme denen bir yöntemi içerir. Bu, mantığı hiçe sayabilecek, saçma görünebilecek, başkalarına aptalca gelebilecek biçimlerde düşünme riskini göze almanızı zorunlu kılar. Aslında yaratıcı düşünce, sık sık, aklınızda yeni fikirlerin gelişmesine, yeni çağrışımların oluşmasına, yeni fikirlerin gelişmesine, yeni çağrışımların oluşmasına, yeni perspektiflerin doğmasına olanak tanımak için eleştirisel düşüncenin geçici olarak askıya alınmasını gerektirir.
8. SEKİZİNCİ ADIM : SİZİ VAZGEÇİLMEZ BİÇİMDE ÇEKEN İLGİ ALANLARI GELİŞTİRİN
Bütün insanlar gibi siz de, en çok, vazgeçilmez derecede çekici, sizin için anlamalı bir merakınızla uğraşırken mutlu olursunuz. Bu yüzden, eğer zihinsel açıdan sağlıklı olmak için çabalayacaksınız, hem size anlamlı gelen, hem de sizi vazgeçemeyeceğiniz biçimde meşgul eden bir takım ilgiler, tasarılar, etkinlikler saptamanız gereklidir. Böylece hem mutluluğa, hem de akıl sağlığına kavuşabilirsiniz.
Sizin için neyin anlamlı olduğunu keşfedin ve önem verdiğiniz insanların ilgilerine engel olmadığı ve başkalarına zarar vermediği sürece, ne kadar özgün olsalar da, diğer insanlara ne kadar saçma görünseler de bu ilgileri sürdürün.
İnsanlar, vazgeçilmez derecede çekici buldukları ilgi alanlarıyla aktif biçimde meşgul olduklarında daha mutlu olurlar. Bu yüzden, sizin için anlamlı olan ve sizi esaslı biçimde çeken ilgilere atılmanız önemlidir.
Sizi vazgeçemediğiniz biçimde çeken bir uğraşı sürdürmenin tehlikelerinden biri, buna esir olmanız ya da bu konuda dogmatik davranmanızdır. İlgi duyduğunuz uğraşıya kendinizi adayın fakat esir olmayın.
Şu anda vazgeçilmez derecede ilginizi çeken bir konu, ya da merak duyduğunuz bir konu sizin için giderek daha az vazgeçilmez oluyorsa yapmanız gereken şey, sizin için vazgeçilmez olabilecek yeni ilgi alanlarını deneyerek bulmaya çalışmanızdır.
9. DOKUZUNCU ADIM : BAŞKALARIYLA İLİŞKİNİZİ GELİŞTİRİN
Birçok araştırma, başkalarıyla iyi ilişkiler geliştirmenin akıl sağlığı üzerinde önemli etkileri bulunduğunu oldukça açık biçimde göstermektedir. Doğrusu, başkalarıyla kötü veya yüzeysel ilişkilere sahip, ya da aslında yaşamını başka insanlardan uzağa sürmüş birinin, zihinsel açıdan sağlıklı olacağını düşünmek zordur. Eğer zihinsel yönden sağlıklı olmak istiyorsanız, başka insanlarla ilişkilerinizi geliştirmeniz önemlidir.
Başkalarıyla ilişkileri geliştirmede dayandırılacak başlıca temel esaslar;
Diğer İnsanlara Karşı Bir Kabullenme Felsefesi Geliştirin
Başkalarına Karşı Sağlıklı Bir Güven Tutumu Geliştirin
c. Özenli İletişim Kurun
ç. Başkalarına Verdiğiniz Sözlere Saygı Gösterin
Toplumsal İlgiler Geliştirin
Sağlıklı Karşılıklı Bağımlılıklar Geliştirin
10. ONUNCU ADIM : KİŞİSEL DEĞİŞİME İLİŞKİN GERÇEKÇİ BİR GÖRÜŞ GELİŞTİRİN
Akıl sağlığını güçlendirmenin önemli bir yönü, kişisel değişime ilişkin gerçekçi bir görüş benimsemektir. Bu son adımda, eğer gerçekçi bir değişim programına girişmek istiyorsanız, geçmeniz gereken on aşama dizisi şunlardır.
Birinci Aşama : Bir sorununuz olduğunu itiraf edin ve kendinizi bu sorununuzla birlikte kabul edin.
İkinci Aşama : Kesin olun.
Üçüncü Aşama : Rahatsızlık hissinizi tanımlayın.
ç. Dördüncü Aşama : Durumun sizi en çok rahatsız eden yönünü tanımlayın.
d. Beşinci Aşama : Mantıksız inançlarınızı tanımlayın.
Emir verici bir felsefe. Burada, sizin, başka insanların ve dünyanın belli bir biçimde olmaları gerektiğine inanırsınız.
Bir kötüleştirme felsefesi. Burada, varolmaları gerektiğinde ısrar ettiğiniz koşulların gerçekleşmemesinin, berbat, korkunç ve dünyanın sonu olacağına inanırsınız.
e. Altıncı Aşama : Mantıksız inançlarınız savaş açın.
İnancınızın gerçeğe ne kadar uygun olduğu;
Ne kadar mantıklı olduğu;
Ona bağlı kalmanın olası sonuçları.
f. Yedinci Aşama : Dördüncü aşamada yaptığınız yorumlarla ilgili çarpıklıkları düzeltin.
g. Sekizinci Aşama : Mantıklı inançlarınızı sağlamlaştırma egzersizi yapın.
Bir istek felsefesi,
Kötüleştirme karşıtı bir felsefe,
Yenilgiye tahammülü yüksek bir felsefe,
Kendini ve başkalarını hata yapabilen insanlar olarak kabul etme felsefesi.
h. Dokuzuncu Aşama : Diğer ilgili durumlara da yayın.
I. Onuncu Aşama : Kazançlarınızı koruyun.